DÜŞKÜNLÜK
DÜŞKÜNLÜK
VE
DÜŞKÜNLER OCAĞI PİRİ
HIDIR ABDAL
Gülağ Öz
Toplumsal yaşamın devamlılığını sağlayan kurallar bütünlüğü Alevi Bektaşilikte hukuk sistemi
olarak algılanır.Bu sistem içerisinde önemli bir yere sahip olan kural ise düşkünlük olarak adlandırılmaktadır.
Türk toplumunca Osmanlı devletinin kuruluşundan 15.yy sonuna kadar bir bütünlük içerisinde ürütülen
hukuk sistemi,Halifeliğin Anadolu?ya getirilmesi sürecinde bütünlüğünü
yitirerek iki farklı sistem ortaya çıktı.Bunda Osmanlı yönetiminin yeni bir
sistemle bütünleşmesi,yani halifeliği de içine almasıyla Alevi
Türkmenler?de bu yeni sisteme uyumsuzlukbaşladı.Kendini daha özgür gören Türkmen
kendi gelenekleriyle bu yeni sistemi bağdaştıramadı.Ve dolayısıyla
kendine özgü hukuksal sistemde ısrar etti.Osmanlı devlet yönetimi ise kendi
halkından olan bu gurubu kendi sistemi içerisinde eritmeğe ve var olan geleneklerini ortadan kaldırmağa
başladı.Buna direnen Türkmen Alevileri kendi sistemlerinde ısrarcı olunca devlet sistemiyle Alevi Bektaşi sistemi hep
çatışma içerisinde oldu.Ta ki Osmanlı yıkılana dek.
Bütün baskı ve asimilasyona karşı Alevi Bektaşi cem törenleri gerek inanç gerekse sosyal olayların birlikte
yürütüldüğü toplantılar hukuk sistemine ağırlık vermiştir.Bu sistem günümüze
kadar yaşaya gelmiştir.Bu gün sembolik de olsa bu kurallar, bazı bölgelerde
halen uygulanmaya devam edilmektedir.1950 li yıllara kadar hiçbir
Alevi-Bektaşi?nin devlet adliyesinde davaları olmamıştır.Demek ki zamanla bu sistem oturmuş,toplum tarafından
benimsenmiş,toplumu daha da birlikte tutmaya,az suç işlemeye alıştırmıştır.
?Bu kurallar soyut,o toplumun dışında bir irade tarafından dayatılan ve topluma yabancı olan kurallar
değildir.Tersine maddi hayatın devamı için zorunlu ve bizzat toplumun
kendisinin deneyimleriyle,kolektif belleğiyle koyduğu kurallardır?[1]Bu
kurallar cem törenlerinde dedenin başkanlığında,toplumun önerileri ve
tanıklığında oluşturulan kurallardır.Bir bakıma demokratik hukuk
kurallarıdır.Bu kurallar suçlunun dede huzurunda,halkın karşısında bizzat dara çekilmesi ve suçun belirlenmesi sonucu
yerinde belirleniyor.Toplumsal sözleşme yapan canlar bu kurallara uymak
zorundadırlar.Çünkü ceme giren her bir can görülüp ikrar almıştır.Bu durumda
kuralların belirlenmesinde de bir bakıma hukuk koyucu durumundadır.
Düşkünlük alevi literarurunda ?yol terbiyesine aykırı davranan,suçlu kimse?[2]
Ayrıca topluluktan kopartılmak dışarıya atılmak,soyutlanmaktır. ?Bektaşi ve Alevilerde
(keza Tahtacılar?da)suç işleyene düşkün ve bu hale düşkünlük derler?.?Yolun
yasakladığını yapan düşkündür.Yoldan sapanlara,düşkünlere cezayı
dedeler,babalar,mürşit ve uyarıcılar verir?.[3]
Alevi Bektaşi hukukunun bir parçası düşkünlük Osmanlı hukukundan tamamen ayrı özgün ve kendisine has bir
hukuktur.Alevi hukuku yani düşkünlük bir varolma,kendini yenileme,kuşaklara
aktarım kuralları bütünüdür.
Özü dayanışma,yaşama,varolmaya dayanmaktadır.Bunun için de bencilliği ve dolayısıyla benliği ortadan
kaldırmaya yöneliktir.?benlik?düşkünlük hukukunda kötü bir şeydir.Bir kişi
bilmeyerek ben sözcüğünü kullanırsa,arkasından mutlaka benliğe lanet okur.Bunun
da toplumsal dayanışmayı bozacağı düşünülür.
Uygulanan hukuk sisteminin tamamına düşkünlük adlandırmasını yapmak konuyu daraltır.Geneline alevi hukuku
demek daha doğru olur.Düşkünlü ise Alevi hukukunda bir kuraldır. Alevi hukuku,dolayısıyla düşkünlük kaynağını toplumsal sözleşmeden alır.Ve temellerini ve yargılamalarını da buna dayandırır.Toplumsal sözleşmeye
imza atmış,yani ikrar vermiş her can bu kurallara uymakla yükümlü hisseder
kendisini,Yaşamındaki davranışlarını da bu kuralların sonuçlarını düşünerek
belirler.Yani düşkün olmamaya çaba gösterir.Çünkü düşkünlük,yoldan atılmak
alevi-bektaşi toplumunda ağır bir ayıp olarak algılanır.
Düşkünlük ve görgünün amacı öbür dünya ,cennet,cehennem korkusu olmayıp,
bu dünyaya yöneliktir.Herkes bu dünyada toplum karşısında hesap vermekle
yükümlüdür.Kişi toplum karşısında aklandığı oranda toplumla uyum
sağlayacaktır.Aksi halde toplumdan dışlanacak,düşkün olacaktır.Tarihsel
süreçler içerisinde kuralları belirleyen Buyruklar yazılmıştır.Bu buyruklar
alevi toplumu için,sözleşme imzalamış,yola girmiş kişi için emirdir.Bu anlamda
önemli olan toplumdan rızalık almaktır.Rızalık ölmeden önce ölmek anlamını
bütünler.
Kişinin düşkün ilan edilmesi yaptırımı olmasa da, büyük ayıp olarak algılanır.O kişi toplum karşısına
çıkamaz.Komşusunun kapısından geçemez,erkekse kimse kız vermez.kız ise talibi
çıkmaz.Bir tek kibrit çöpüne gereksinimi olursa kimseden alamaz.Ana ve babası
dahi kardeşleri,bir cümle akrabaları asla kendisiyle konuşmaz.Yardımcı
olmaz.Eğer yardımcı olur,kuralları bozarsa o da düşkünlük cezasına çarptırılır.
Ancak ?dara durup görülmeden hiç kimse düşkün ilan edilemez?[4] Alevi ve Bektaşi bir tanrısal inanç içerisinde bu dünyanın hakkını bu dünyada vererek,bu günkü hal ve gidişimizden dünya ötesi yaşamdan da bir
sorumluluk bulunduğuna inanarak(eline diline,beline sahip olma ahlak ve yasası içinde bulunmaktır.Bir bakıma
hayata tatlı bir bakıştır[5] Bu durumda içsel olaya değer verme,haram şeylerden kaçınarak,helal yiyip öyle
yaşayacaktır.Hatır gönül yıkmayacak,kendisine ait olmayanı kendinin olarak
görmeyecektir.Eline diline,beline sahip olurken,aşına,eşine,işine de sahip
olmayı ön plana alacaktır.Dedikodulardan şiddetle kaçınacak,dedikodu
yapmayacak,Ben bilirim,benim,ben gibi bencil davranışlar içinde
bulunmayacaktır.
Bütün bunlar toplumsal sözleşmenin getirdiği cem kurallarıdır.Bu kurallar birden bire ortaya çıkmamakta,yüz
yıllara dayanan bir tecrübe ve yaşamın
getirdiği değerlerdir.
Alevi ve Bektaşilikte yapılan bu sözleşmeler belirli güç koşullarda oluşur.Bir kere yola girmek gerekecek,yola
girerken de mürşit bu yolun güçlüklerini peşinen bildirmek durumundadır.Yola
yeni girecek ya da bu yolun ne olduğunu öğrenmek isteyenlere şu sözler söylenir
?Bu yol ateşten gömlektir,giyilmez.demirden leblebidir,çiğnenmez.İnce köprüdür
geçilmez,kılıçtan keskindir,dayanılmaz,demir
yaydır,çekilmez.Gelme,gelme,dönme,dönme.Gelenin malı,dönenin canı.denilen
toplumsal sözleşmenin,yola giriş telkinidir bu.Ve tarihsel bütün buyruklarda
yer alan bu sözler.Cem törenlerinde dede tarafından mutlaka topluma anlatılır.
Kişinin düşkünlük cezası ve düşkünlüğün kaldırılacağı tek mekan ve makam cem törenlerinin yapıldığı büyük
ve en yetkin topluluktur.Cem törenlerine herkes eşit olarak
katılır.Yani?eşikteki de bir,döşekteki de bir?dir.Cem törenlerinde unvan,soy
sop,zengin fakir farkı gözetilmez.Dağıtılan lokmaların da eşit olmasına dikkat
edilir.Burada alınan tüm kararlar,konulan tüm kurallar insanın
iyiliğine,yüceliğine yöneliktir.İnsanı, Alevi Bektaşilik tanrının merkezine
koyar.O nedenle de adam öldürmek en büyük suçtur.En ağır düşkünlük cezası adam
öldürene verilir.
Hukukun tüm yaptırımları cemlerde işletilir.Cemde bulunan canlar her şeyden arındırılıp,temiz saf ve günahsız
olarak bu toplantıya girerler.Yani ölmeden önce ölürler.Yani bütün günahlarını
dışarıda bırakıp bu toplantıya girerler.Görülmedik kimse ceme giremez.Herkes
yılda bir kez görgüden geçmek zorundadır.Görgüsü yapılan kimse bütün
suçlarından,bütün kötülüklerden arınmış kimsedir.Cemlerde temiz,dürüst,hilesiz
toplum yaratmaya yönelik kurallar geliştirilir.
Alevilikte musahiplik(yol kardeşliği) zorunlu kılınmıştır.Ayrıca musahiplerden birisi bir suç
işler,düşkün olursa yol kardeşi de düşkün sayılmaktadır.[6]
Bir suçlunun tekrar yola girmesi için düşkünlük cezasının ortadan kalkması gereklidir.Suçu ortadan
kalkan,cezasını tamamlayan bir can musahibiyle birlikte rehbere bildirir.Rehber
durumdan dedeyi haberdar eder,dede düşkünü dara çeker,yani sorgular.Toplum
karşısında yani cemde sorgulanan kişi bir daha suç işlemeyeceğine dair ant
içtikten sonra,dede tarafından düşkünlüğü kaldırılır.
Cem törenlerinde konulan,düşkünlük cezaları ve toplumun görülüp kötülüklerden arınması bir
bakıma Osmanlı eğemenliğini reddediş
anlamı taşır.Çünki buradaki hiçbir kural ve uygulamalar Osmanlı yönetim
tarzına uymaz.O nedenle de Osmanlı yöneticileri her zaman cem törenlerine
baskın yapar,ortadan kaldırılmasına çaba harcar.Cemlerde kötü şeylerin,ahlak
dışı şeylerin yapıldığı yalanını bir başka kardeş topluluğu inandırmaya çalışır.Bundan
dolayıdır ki cem yapanlar hakkında yığınlarca ölüm fermanları padişahça
verilmiştir[7] Bunlardan bir tek örnek: Padişah Fermanı: 22 Rebi-ül Evvel
976(M.1568 Sultan 11.Selim Fermanı) Mehmet Çavuşa verildi)
?
Amasya Beyine buyruğumdur ki:
Halen Budaközü ilçesinde Süleyman
Fakih adıyla bilinen kimse,yukarı tarafın halifelerinden olup,halife adı
verilen bazı dinsiz ve fesatçılarla itifak ve cem yapıp halkı kötü yola
götürmekten başka bir şey yapmadıkları anlaşılınca,buyurdum ki;
Buyruğum eline geçtiğinde,adı geçen Süleyman?ı kendisine uyan diğer dinsiz ve fesatçılarla,gizlice araştırıp ve de
adı geçen kimse gerçekten yukarı ratafın halifelerinden olup,kafirlik üzre
olup,yaşadığı davranışlarda bulundu ise toprak kadısı marifeti ile,adı
geçenleri güzelce ele geçirip ve de hiç kimseye duyurmadan el altından
Kızılırmak?a götürüp boğdurasın.Ya da başka bir biçimde uygun görüldüğü
şekilde?hırsızlık ve haremilik eylediler? diye iddia eyleyip haklarından
gelesin[8]
Osmanlı yönetiminin özellikle,16.yüzyıldan sonrakilerin Anadolu Türkmen halkına zulüm edip onları
Kızılbaş diye suçlayarak ya ehli sünnet olacaklar ya da yok olup
gideceklerdir.Padişah fermanları ve fetvaları açık şekilde göstermektedir ki,bu
topluluğa yaşama hakkı yoktur.Kendi inandıkları gibi inanamazlar,eğer
Müslümansallar bizim gibi düşünmek,inanmak zorundalar.16.Yüzyılda Müftü Hamza
Sarıgörez,İbni Kemal ve hele hele Ebu Suud fetvalarından kurtulup,kendi
kültür,inanç ve gelenekleriyle yaşayabilmiş,ayakta kalmış halka aşk olsun
doğrusu.
İşte Anadolu Türkmenini toplum dışına zorlayan ve kendi yasaları,gelenekleriyle ayakta kalmak için
cem,dar,düşkünlük,dedelik,musahiplik gibi kurumları kendi toplumunun yaşamına
yönelik biçimleyen yasalaştıran alevi-bektaşiler Osmanlının yasalarına
uymadan,kendi yasalarıyla varolmaya çalışmışlardır.Bu yasal zorunluları da
özellikle bu dönemlerde ortaya çıkartmışlardır.
BUYRUKTAKİ DÜŞKÜNLÜK HÜKÜMLERİ
-
Bir talip komşu malına ve ırzına tamah ederse yoldan
düşer.Ve o talip kırk gün yola alınmaz.Bu talibi tekrar yola almak için beş
erkan vurulur ve kırk akçesi alınır.
-
Bir talip kin,kibir,bühtan,zem,gıybet ederse yoldan düşer.Tekrar bu talibi yola almak için dokuz erken vurulur.Doksan akçesi
alınır.
-
Bir talip ehli zahire kuşak çözerse,hınzır(domuz) ile birleşmiş gibidir. Ve yoldan düşer.Tekrar yola girmesi için on tarik
vurulur.Yüz akçesi alınır.
-
Bir talip harama el uzatırsa üç sene yoldan
kovulur,tekrar yola girmesi için bin akçesi alınır,on yedi erkan vurulur.
-
Eğer bir talip her hangi birisini öldürürse kanuni
cezası ne ise tarikattaki cezası da aynıdır.Bu kimse on iki sene yola
alınmaz.Yetmiş erkan vurulur,ondan sonra yola alınır.
-
Bir talip musahibini beğenmez ve ona varmaz ise bütün kazancı yediği içtiği haram olur.Cümle
varlığı alınıp musahibine yedirilir ve doksan dokuz erkan vurulur.
-
Bir talip müsahibine düşkün olursa,onun dahi malı alınıp doksan dokuz erkan vurulur.
-
Bir talip Evlad-ı Ali?ye ikrar olmasa haktan mahrum olup,yüzü karadır.Kanadı ile göğe çıksa,kanadı kırılıp yere düşer.Velhasıl,Hak
Muhammet Ali yoluna girmedikçe içeri alınmaz.
-
Bir talip bir halifeye,mürşide veya babaya suistimal ile yaramaz söz söylerse,şek getirse inkar eylerse,Ya Ali sen bilirsin o
talibin halini,o talibe bir daha yol erkan yoktur.Ölünceye kadar düşkün ve
merduttur.
-
Bir talip avradını tellak eylerse,keza derdine derman yoktur.
-
Bir talip,bekar bir kıza sarkıntılık eylerse,keza derdine derman yoktur.
-
Bir talip lüt kavminin işlediklerini işlerse,keza bu dört günahlara,şahımın keremiyle derman olmaz.
İmamı Cafer Sadık Buyruğu adıyla yıllarca Anadolu Alevilerinin bir yasası olarak uygulana
gelen buyrukların en eski yazmaları on altıncı yüzyıla kadar
gitmektedir.Buyrukların bir çok yazmaları bulunmuş olup bunlar farklılıklar
göstermekle birlikte özlerinin aynı olduğu görülmektedir.Bizim tesbit ve
görüşlerimize göre bütün buyruklar Safavi kökenlı olup bir birlerinden kopya
edilmiştir.Ancak cem törenlerinde bu gün bile uygulanan düşkünlük cezaları
üretim ve tüketime yönelik
olup,koşullara göre toplum tarafından konulmuş kurallar bütünlüğüdür.
Birkaç örnek de diğer düşkünlük cezalarından:
Malatya?da Balıyan Aşiretinden Dedeler bir araya gelerek düşkünlük ve düşkünlük cezalarına ilişkin bir yasa
hazırlamışlardır.12 maddelik bu düşkünlük yasasını özetleyerek veriyoruz.
1-Mürşit-i kamilin,pirin ve rehberin sözünü dinlemeyenler,komşu ve aileler arasında söz
gezdirenler,başkasının kapısını,penceresini dinleyenler,yalan yere yemin
edenler,ihbarcılık yapanlar,komşularını bir birlerine düşürenler suçludurlar.
Cezası : Cemde ayakta bekletilerek suçları yüzlerine okunur.Hafif ıslatılmış demirle dilleri
dağlanır.Suç işlememek için yemin ettirilir.
2- Kendisine ait olmayan tarlada sınır bozan,ağaç ve meyveli ağaca zarar verenler sebze ve meyveleri
sökenler,Sağlam olduğu halde çalışmayanlar;
Cezası : İki yıl görgüye alınmazlar,yakınları dahil hiç kimseyle görüşemezler.İki yılın sonucunda pirin
huzuruna getirilerek,halkın iradesine göre cezalandırılır.
3- Komşuların ve başkalarının canlı cansız malını çalanlar ve akraba ve komşularına hakaret
edenler,suçludur:
Cezası : Çaldıkları mallar iade edilir.Yok etmiş iseler bedeli alınır.Bu tür suçlular üç yıl pir huzuruna,cemaata gelemezler.
Kendisine yardım edilemez,ilişki kurulamaz.
4- Toplumun köprülerini,sulaklarını ve yollarını tahrip etmiş olanlar suçludur.
Cezası : Yakı yıktıkları her yeri onarmak zorundadırlar.Pir ve cemaat huzuruna beş yıl
giremezler.
5- Kızını Allah?ın emriyle birisine vermiş,söz kesmiş iken sözünden dönüp başkasına verenler,bu suça
yardım edenler suçludur.
Cezası : Bu suçu işleyenler altı yıl pir huzuruna alınmazlar.Komşular tüm komşuluk ilişkilerini
keserler.Kimse yardım edemez.
6- Faiz yoluyla başkasını borçlandırıp evini sattıranlar,malını mülkünü bu yolla elinden alanlar
suçludur.
Cezası : Bu tür suçlular altı yıl boyunca cemaat dışı bırakılırlar.Kimse selam vermez,selam almaz.
7- Karısını boşamış veya boşanmamış kadını alanlar,nikahını bozanlar ve bunlara yardım edenler suçludur.
Cezası : Yedi yıl boyunca cemaat içine alınmazlar.Tüm komşuluk ilişkileri kesilir.
8- Peygamber ve Ehlibeyit?e dil uzatanlar,kuranı değiştirenler,hakaret edenler suçludur:
Cezası : Bu suçu işleyenler 12 yıl pir huzuruna
alınmazlar,Akrabalık ve komşuluktan çıkartılırlar.Ölürlerse cenazelerine
gidilmez.Cenazelere dahi gelmeleri istenmez.
9- Nefsine ve hırsına uyarak adam öldürenler en büyük suçludurlar
Cezası : Böylesine suç işleyenler otuz yıl cemaat
huzuruna alınmazlar.Akrabalık ve
komşuluk ilişkileri kesilir.Evine gidilip,gelinmez,malı malına,davarı davarına
katılmaz.
10- Bekar bir kızı kandırarak ihval etmiş evlenmemiş olanlar suçludur.
Cezası : Ölünceye dek suçludurlar.
11- Yol kardeşinin,pirin,mürşidin kırvenin karısıyla zina edenler,evli,nikahlı,sözlü
kadınlara tecaviz edenler suçludur.
Cezası : Irz düşmanı sayılırlar.Derdine derman bulunmaz.Hiçbir zaman yola alınmazlar.Bunlara yardım
edenler de suçludurlar.
12- Erkeklere livata(cinsel saldırı) yapanlar ve bunlara yardım edenler büyük suçludur.
Cezası : Yoldan dışlanır,kapılarının önünden bile geçilmez.Bunları görüp yüzünü çevirmeyenler
de aynı oranda suça ortak sayılırlar.[9]
Hıdır abdal
13.YY Anadolu Erenlerinden Hıdır Abdal?ın Erzincan-Kemaliye Ocak Köyü?nde bulunan
türbesinin kuzey cephesinde hangi tarihte yazıldığı bilinmeyen kitabede şunlar
yazmaktadır.
Laillaha illallah muhemmedun
Resulullah,Sülale-i pak
Karaca Ahmet evlatlarından
Es-Seyyid Hıdır
Abdal,sene 675
Miladi 1261 yılına denk gelmektedir.Bu da Hacı Bektaş Veli ile aynı dönemde yaşadığını ve arkadaş
olduğunu göstermektedir.Hacı Bektaş Veli?nin 1271 tarihinde ölmesinden on yıl
önce Ocak köyüne gelip yerleştiği
kitabedeki yazıdan anlaşılmaktadır.Bu tarihten birkaç yıl önce bu alana
yerleştiği de anlaşılmaktadır.Genellikle bu gün bile bir binaya tarih atıldığında
binanın bitiş tarihi esas alınmaktadır.
Hıdır Abdal?ın tarihi yaşamına ilişkin bilgiler oldukça yetersizdir.Onun tarihi
kişiliğini tekke ve çevresinde varolan kültür değerlerinden çıkartmaktayız.
Ancak Hıdır Abdal?la ilgili bir çok menkıbe anlatılmıştır.Hakkında anlatılan menkıbeleri ve
Hırır Abdal?la ilgili bilgileri Ocak köyünden Mehmet Yaman ve Mehmet Yaman ayrı
ayrı kitaplaştırmışlardır.Her iki çalışmada da yer alan Hıdır Abdal?la ilgili
Ocak paylaşımı şu şekillde anlatılmıştır.?Hacı Bektaş Veli halifelerine görevlerini
bildirip,nasiplerini verir.On iki hizmeti de dağıtır.Pirden nasip almak yeni
bir hayatın başlangıcı,yeni bir seferin ilk adımıdır.Görev dağıtımı sırasında
huzurda bulunmayan Hıdır Abdal Hazreti pirden kendisine bir görev verilmediğini
anlayınca mahzunlaşır.Hacı Bektaş?ın neden huzunlanırsın ya Hıdır deyince Hıdır
Abdal da?görürümki bana verilecek hizmet kalmamış ona üzülürüm?deyince Hacı
Bektaş Veli Gam çekme ya Hıdır.Sen bütün ocakların başısın.Benden düşen,eli
kaypan sana gele.Ancak senden eli kaypanın da,dergahında derdine derman olmaya?[10]der.Ve
ondan sonra Hıdır Abdal Erzincan?ın Ocak köyüne yerleşir.
Bu menkıbede anlatılanlar bize bazı konularda oldukça ip uçları vermektedir.Bir
kere 12.yy kültür ortamı ve Anadolu?daki tekkelerin oluşmaya başlamasıyla
birlikte ocaklar da kurulmaya başlamıştır.Her ocak sahibi kişi çağının en
bilginlerinden,en çok kendisini yetiştirmiş,kamil insan mertebesine ulaşmış
kimsedir.Bu dönemde oluşan ocaklar genellikle soylarını 12 İmamlardan birisine
dayandırma geleneği içinde ortaya çıkmıştır.Bu dayandırma işinde Anadolu
ocakları genellikle seyyitler olarak ortaya çıkmıştır.Seyitler ise İmam
Hüseyin?in neslinden gelen kimselere verilen ünvandır.
Ancak seyyitlik konusunda bugüne kadar eskiye giden secerelere pek rastlanmamıştır.En
yenisi 15.ya da 16.yy çıkışlıdır ki,bu da Safavilerin rollerinin etkinliğini
göstermektedir.Hacı Bektaş velayet namesi?nden daha eski secere olmasa
gerekÇüki Hacı Bektaş Veli Velayetnamesinde Hünkar?ın soyu da 12 İmamlardan
İmam Rıza?ya bağlanmıştır.[11]
Bu gelenekte Seyyitlikle ilgili de bu güne değin yığınlarca menkıbe
anlatılmış,tarihi kaynaklarda sözedilmiştir.Seyyirler?in Nakubul Eşraf adlı bir
heyet tarafından belirlenmesi, secerelerinin
verilmesi,seyyitlerin hal ve davranışlarının izlenmesi hep bu guruplarca
yapılmıştır.
Hıdır Abdal,zaviyesindeki kitabenin dışında
bazı söylenceler ve şiirlerde de Karaca Ahmet?in oğlu olduğu
belirtilmektedir.Ancak Karaca Ahmet?te Hacı Bektaş Veli?nin yakın dostlarından,Hıdır
Abdal da Hacı Bektaş?ın yakın dostlarından olduğu her yerde karşımıza
çıkmaktadır.
Gerek Karaca Ahmet?in gerek Hıdır Abdal?ın sinir hastalıklarının tedavisinde iyi bir
ruh hekimi oldukları da bazı kayıtlarda verilmektedir ki,bu durum da bu
yakınlaşmayı göstermektedir.Ancak yazılı kaynaklarda kitabenin ve menkıbelerin
dışında Hıdır Abdal Karaca Ahmet ilişkisi konusunda herhangi bir kayıta
rastlamak mümkün değildir.Hıdır Abdal?da kebdi kendisine büyük bir değer,Karaca
Ahmet?de.Baba oğul olup olmadıkları yaşamlarındaki değeri ne artırıyor,ne de
düşürüyor.
Bize göre bu iki zat arasında yakın bir bağ gözlenmekte,ancak baba oğuldan öte kardeş ya da
başka bir bağ da olabilir.
Hıdır Abdal?ın doğu bölgesinde kurduğu zaviye zaman içerisinde büyük göçlerin de idare
edildiği,Anadolu?ya gelen geçen oymakların burada konaklandıkları,belirli bir
planlamadan sonra sevkedildikleri de zamanın koşullarına uymaktadır.
Bütün tekke ve zaviyelerde olduğu gibi Hıdır Abdal zaviyesinin üretim,tüketim ilişkilerinin
öğrenilmesi,planlanması,uygulanmasında da büyük görev üstlenildiği
bilinmektedir.Bütün talipleri,dervişleri üretmeyi ön planda tutar ve zamanın en
büyük ekmek fırınının da bu köyde bulunduğu halen bilinmektedir[12]
buğday ekmek,ambarlamak,gelecekteki kıtlıktan bir nebze de olsa önlem olarak
düşünülmektedir.Hıdır Abdal zaviyesinin en büyük özelliklerinden birisi de bu
bölgeden geçen herkesin Hıdır Abdal Ocağı?ndan bir kepçe yemek yemeden
geçmemeleridir,ki bu Anadolu ocaklarının genel yapısıdır.
Hıdır Abdal Ocağı?nın işlevlerinden bir tanesi belki
de en önemlisi bu ocağın düşkünlük yanında,sinir hastalıklarının tedavisinde
günde yüzlerce hastanın buraya tedavi için getirilmesidir.Baba geleneği olarak
bilinen ruh hekimliği Hıdır Abdal?ı aynı zamanda büyük bir ruh hekimi olarak
olarak karşımıza çıkartmaktadır.Selçuklu döneminin sonlarında yaşadığı
yansıtılan Hıdır Abdal bu özelliği ile de çağının ne derece kültür ve bilim
yönünden ileri bir aşamada olduğunu da
gösteriyor.O dönemde tekkelerin açılması,çoğalması,yeni felsefi fikirlerin
ortaya konulması,özellikle sanat ve edebiyat alanında ileri bir aşamada olan
13.yüzyıl bir çok ozan yetiştirmiştir ki bu isimler bugün bile güncelliğini
yitirmemiştir.Yunus Emre,Aşık Paşa,Kaygusuz vb.büyük ozanlar bu dönemin ve bu
geleneğin ürünüdür.Kaygusuz her ne kadar 14.yüzyılda yaşandığı bilinse de
etkileri bu yüzyılındır.
[1] Ali Yıldırım,s.5
[2] Esat Korkmaz,1993,s.106
[3] Bedri Noyan,Alevilik
Bektaşilik Araştırmalar,G.Öz.s.366
[4] Ayhan Yalçınkaya,Alevilikte
Toplumsal Kurumlar ve İktidar,s.86
[5] Bedri Noyan,Bektaşi ve
Alevilerde Hukuk Düzeni,Düşkünlük,Alevi Bektaşilik Araştırmaları G.ÖZ,S.366
[6] Nizam Bozkurt,Alevilğin
Oluşumu,Alevilerde Cem İbadeti,s.59
[7] Mehmet
Yaman...................................
Ahmet Refik 1932,16.yy da Rafizilik Bektaşilik?e
dair Hazine-i evrak belgeleri,Çev.Mehmet Yaman
[9] - Nedim Şah
Hüseyinoğlu,Balıyan Aşireti,
Aktaran
Najat Birdoğan Anadolu ve Balkanlarda Alevi YerleşimiS.175-177
[10] Mehmet Şimşek,Hıdır Abdal Sultan Ocağı, 1993
İstanbul ,Mehmet Yaman...................
[11] Vilayet-Name Menakıb-ı
Hünkar Hacı Bektaş Veli,Abdülbaki Gölpınarlı çevirisi
[12] Mehmet Şimşek,age,Köy
tanıtım broşürü,Ocak Köyü Derneği davetiyeleri