
SİVRİALAN KÖYÜNDE ALEVİLİK-BEKTAŞİLİK
ZİYARET YERLERİ VE OCAKLAR
GÜLAĞ ÖZ
Alevi Bektaşiliğin Anadolu?daki Beş
yüz yıllık tarihini incelediğimizde çok derin izlerle karşılaşırız.
Neden beş yüz yıllık bir geçmişle başladım?
Bu çok önemli bir değeri ifade etmektedir. Osmanlı devlet yönetimini
irdelemeden Alevi tarihini çözümlemek hiç de mümkün olamamaktadır. Tarih
konusunda Türk toplumu büyük bir bilgisizlik içerisindedir.Ülkemizde bilim
yerine her şey politik angajmana göre yönlendirilmektedir. Bunlardan önemli bir
örnek de Osmanlı Devlet yapısıdır. Osmanlı devletinin tümü üzerinde
değerlendirme yaparak yargılamak pek mantıklı bir tutum değildir. Ülkemizde bir
gurup Osmanlıyı tümüyle baş tacı yapmakta, bir gurup ise tümüyle ret
etmektedir. Her iki mantık da tümüyle sakattır.
Aleviler açısında Osmanlı devletinin ilk iki yüz yılı problemsizdir. Çünkü 12 Beylik
arasında en büyük desteği Ertuğrul?a vererek Osmanlı beyliğini devlete
dönüştüren ve yönetim kadrolarını oluşturan da Alevilerdir. Fatih döneminde
Çandarlı ailesinin iktidardan el çektirilmesiyle birlikte Türk olanlara devlet kapıları tümüyle
kapanmıştır. Şöyle bir özetleme yaparsak;
16. yy. a gelince doğuda Safavi Türk Kızılbaş Devletinin kurulması, Osmanlıda oluşan
yeni sınıfların feodal devleti,dini de içerisine alınca ister istemez Osmanlı devleti Sünni bir nitelik
kazandı. Bu ise Selim- İsmail çelişkilerinin derinliğin orta çıkarttı.Yavuzla
başlayan Anadolu Türkmen- Alevi kırımı hızlı bir asimilasyonla sonlandı. Kanuni?nin
çıkarttığı yasalar Alevilerin Sünnileştirilmesine yönelikti. O yüz yılda yüzde
altmış olan Alevi nüfusu giderek Sünniliğe dönüşümü sürdürdü. Sünnülüğü
benimsemeyen Alevi Türkmenler dağlara, balta girmez ormanlara saklanarak köyler
kurmaya başladılar. Sivrialan köyü de bunlardan bir tanesidir.
Osmanlı toplumsal düzeni içerisinde Alevi felsefesinin yok edilmesi için sistemli bir
baskı politikası uygulanmıştır. Yavuzla başlayan bu uygulama en çok Kanuni,
2.Selim, 4. Murat ve 2. Mahmut?la sona ulaşmıştır. Ve tahribat cumhuriyetle bir
süre kesintiye uğrasa da en çok dönüşüm günümüz Türkiye?sinde yaşanmaktadır.
Konumuza dönecek olursa, kuruluşu on yedinci yüz yılın sonlarına denk gelen Sivrialan
köyü, kuruluş itibariyle yoğun bir kültürel birikim yaşamıştır. Bunda Alevi
dedelerinin payı olduğu kadar Bektaşiliğin de payı vardır.
Sivrialan Köyü?nde iki gurup halk yaşamaktadır. Halkın deyimiyle Dedeciler- Dervişçiler.
Yani Alevi Ocaklılar, Bektaşi guruplar
1925 yılında 677 sayılı Teke ve Zaviyelerin kapatılmasına ait kanunla tüm dergahlar
kapatılır. Merkezi Hacıbektaş?da bulunan Bektaşi örgütünün başı Dedebabalık lağvedileceği
zaman Salih Niyazi Dedebaba 12 halife Babayı toplar ve başınızın çaresine bakın
der. Yani bu iki anlam içermektedir. Birincisi bu işten uzaklaşın iş kurup
geçimizi sağlayın, ikincisi gizliden babalık kurumunu yaşatın. İşte bu esnada
Şarkışa Emlek Köylerinde halifebabalığa bağlı babalar ve dervişler
yaşamaktadır. 12 Halife baba arasında bulunan Arnavut kökenli Salman Baba ile
Hakkı Baba Emlek Hardal köyüne gelirler. Hardal köyüne yakın Ortaköy?de Mustafa
Abdal Tekesi bulunmaktadır. Burası bir Bektaşi Dergahıdır. Sivrialan?da
bağlıları bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi de Aşık Veysel?in ailesidir. Bu
aileler Salman Baba?yı Sivrialan Köyü?ne davet ederler. Bir süre bu köyde kalan
Salman Baba bakar ki köyün yarısı dedeci ve dedeler oturmaktadır. Köyde ikilik
çıkmasın diye Salman Baba bu köyde kalmak istemez. Sivrialana köyüne sınır
Meçit Köyü vardır. On hanelidir. Ancak hepsi Bektaşidir. Salman Baba bu köyü
beğenir. Ve yerleşmeye karar verir. Yöre Bektaşileri Meçit?te Salman Baba?ya
bir ev ve bahçeli bir dergah yaparlar. Salman Baba kısa sürede yaşamıyla ve
çalışmalarıyla yörede adeta bir devrim yapar. Köylüyü sürekli üretime
yönlendirir. Boşluğa akan suları değerlendirerek bağ bahçe kurmasını öğretir.
Yörede ilk kez soğan ve patetes üretilir. Meyve ağaçları yetiştirilir. Koyun ve
keçi sürülerinin bereketi artırılır.
Zamanla Salman Baba?nın dergahı inananlarınca dolar taşar. Halk okuma yazma öğrenir.
Babalar toplanır sabahlara kadar cem edilir. Sanat ? edebiyat, saz söz muhabbet
oldukça etkilidir. Aşık Veysel o yaşlarda usta malı türkülerle saz çalar, pek
meydanda yoktur. Ancak babası onu Salman Baba dergahına götürür. İşte Veysel?in
yaşamına etki eden ve ufkunun
genişlemesine neden olan bilgi birikiminin
dışa vurumu burada başlar. Daha önce
Sivrialan?da yapılan Dede cemlerine gizlice girip, sabahlara kadar aldığı
bilgilerin bir farklı yönünü burada yaşar. Ve ufkunu genişletip, dışa açılıma hazır
hale gelir. Ve 1931 yılında Sivas Aşıklar Bayramı?na yine Salman Baba?nın
teşvikiyle katılınca dünyaya açılımını sürdürür.
Salman Baba?nın kurduğu Bektaşi dergahı yasak olmasına karşın bir aile bütünlüğü
içerisinde toplumu ayrıca cumhuriyet devrimleriyle tanıştırmaya,
bütünleştirmeye de hazırlar.
Benim çocukluk yıllarında tanık olduğum şey Salman Baba?nın ölümü sonrasıdır.
Buralarda dergahın hala işlevini sürdürmesidir. Dergaha her yöreden herkes
kurbanlar getirir. Burada yenilir, eğlence yapılır, kardeşliğin ve dostluğun
örneği sergilenirdi. Salman Baba öncesi Dedeciler- Dervişçiler bir birlerinden
kız alıp vermezken Salman Baba ve Dede ilişkileri bu geleneği de yıkmıştır.
Hatta bir dede ocağı ailesi olarak babamın adını Salman babadan yakınlaşan bu ilişkiyle
dedem Salman koymuştur. Bu gün bile Meçit Köyünde Salman Baba türbe ve
dergahında kurbanlar kesilip ziyaretler yapılmaktadır.
Sivrialan Köyü?nde bir başka Bektaşi ziyaretgahı daha vardır. Bu da Meçit Köyü ile
Sivrialan Köyü arasındadır. Meçit Köyüne kestirmeden yaya gidilen Dere boyunda
bulunmaktadır. Kızıl Burun adıyla anılan mevkiden Meçit?e gidilen yön
üzerindedir. Yani Sivrialan Köyü?nün kuzeyine düşer. Bunun hikayesini hep şöyle
dinledim.
İzmir?den Salman baba dervişlerinde Ahmet adlı birisi babanın yanına gitmek için
Sivrialan Köyünü kullanacaktır. Sırtında heybesi düşer yola. Kızılburun?a
geldiğinde üç günlük uykusuzluk ve yorgunluktan dolayı yol üzerinde kayaların
arasında uyuklayıp kalır. Bu yatış üç gün sürer. Ve oralarda koyun otlatan çoban
bir adamın yattığını görür ve onu uyandırır. Adam buranın neresi olduğunu
sorar. Çobanın verdiği yanıt onun üç gündür burada uyuduğunu gösterir. Karnı
acıkmıştır, çoban ona bir şeyler ikram eder, ancak derviş babayı rüyasında
görmüştür. Baba?ya götürdüğü kahveyi bozmak istemez, ancak içine gelen bir ses
o kahveden iç olur. Derviş çobanla birlikte kahveyi içerler. Ve bir anda derviş
ortadan kayıp olur. Sağa sola bakan çoban dervişi bulamaz. Bu hızırdır diye
içinden geçirir ve önce kendisini inandırır ve sonra köylülere anlatır. Bu
olaydan sonra bu yerin adı ? Derviş Ahmet?in Ziyareti? adını alır ve her yıl
burada kurbanlar kesilip adaklar adanır. O gün bu gündür bu yer kutsal bir yer
olarak halkla bütünleşir.
Sivrialan Köyünde Bektaşi Babası olmamasına karşın iki önemli kadın dervişin
adından söz etmek gerekir. Bunlardan bir tanesi Aşık Veysel?in ikinci eşi Gülizar Ana, ikincisi Kürt Kasım?ın eşi Kamer Ana?dır. Bu iki kadın derviş Bektaşi dergahlarında çok hizmet yürütmüştür. Gülizar Ana Sıvas Yalıncık tekkesinde, Kamer Ana ise Ortaköy Mustafa Abdal tekkesinde
uzun süre görev yapmışlardır.
Sivrialan Köyünde iki Dede ocağının varlığını her zaman görmekteyiz. Bu gün için artık köyde yaşatılmasa da dedelerin isimleri ve saygınlıkları hala mevcuttur. Hıdır ve Gani Abdal Ocağı mensupları vardır.
Bunlara Mollalar denilmektedir. Kökleri Karaca Ahmet?in oğlu Hıdır ve Gani
Abdal Kardeşlere dayanmaktadır. Erzincan?ın Kemaliye Ocak Köyü?nde yatırı
bulunan Hıdır Abdal torunlarından Molla Kadir ailesiyle Sivas taraflarına
göçer. Kona göçe Kale ve Beyyurdu taraflarına gelir. Ve o ara Sivrialan Köyü
yeni kurulmuştur. Ağagil adıyla buraya yerleşen aile Beyyurdu Köyünde yaşayan Molla Kadirin
Dede olmaları sıfatıyla köyüne davet eder, onlara toprak ve arazi vererek dedelerin
buraya yerleşmesini sağlar. O ara Kadir?in iki oğlu eğitim görmüş kendisini
yetiştirmiş ve dedelik yapmaktadır. Bunlardan birisi Veli (Gözel ağa), ikincisi
Hıdır Dededir. Hem yörede hem Türkiye?nin çeşitli bölgelerinde dedelik yaparak
geçimini sağlar bu aile. Bunların son temsilcisi ünlü iki dede vardır ki,
birisi yine Gözelağa?nın oğlu Ali Özsoy Dede. Bilgi birikimi oldukça fazla olan
bu dedenin fikirlerinin yansıtıldığı küçük bir kitabını torunu Av.Ali YILDIRIM
yayımlamıştır. Oldukça da çok şiir
yazarak bir divan oluşturmuştur. Ayrıca Suriye devlet başkanı Hafız Esat
karşısında cem töreni yaparak onu takdirini kazanmıştır. 1995 yılında hakka
yürümüştür. Hıdır Dede ise Ali Dede?nin
amca çocuğudur. İyi dedelik yapar, ancak çok bilgi sahibi olmaması yanında üst
düzey zakirlik geleneğine sahiptir. Türküleri günümüzde hala sevilerek
dinlenmektedir. Ölümü 1977
Yine Molla Kadir ailesine bağlı bir ocak uzun süre Sivrialan Köyünde varlığını devam
ettirmiştir. 1925 yılına kadar aşevi, cemevi,mihman evi gibi kompleksleri
bulunan bu dergah o tarihten sonra salt köylülerin, ziyaretgah olarak
kullandıkları bir inanç merkezi olarak kalmıştır. Askere giden gençler mutlak
bu ocak çevresinde dualarını alırlar, evlenecek genç kızlar nasip dilenirler,
lokmalar dağıtılırken bu gün için tümüyle izleri silinmiştir.
Başka bir dede ocağı ise Covü Dede Ocağıdır. Merkezi Şarkışla Alaman Köyünde bulunan
bu ocağın bir kolu Sivrialan?da yaşamaktadır. Alaman?da yatırı bulunan Covü
Dede?ye Sivrialan Köylüleri bu ocağın kutsiyetine önem verirler. Covülerin
evini niyazlamadan geçmezler. Bu aileden kimsenin dedelik yaptığı konusunda
bilgi idinemedim. Torunları bu ocakla ilgili bir başka bilgiye sahip
değiller.Ancak bildiğimiz bu ocağın da günümüzde yaşıyor olmasıdır. Şu da
gözümüzden kaçmayan başka bir konudur ki zamanla buranın da unutulup
gideceğidir. Çünkü Sivrialan Köyünde isminden başka bir şeyi bulunmayan
Aleviliğin kısa sürede tükendiği gibi.
Dedelik geleneğinin yürütülmediği, cemlerin yapılmadığı bir yerde Alevilik yaşayamaz,
ortadan kalkıp yerini başka şeylere bırakır. Bu gün Sivrialan Köyünde kime
sorarsanız Aleviyim diyebilir ancak. Ama onun kurallarının uygulanmasına, canlı
kalmasına da çoğunluğu karşı çıkar. Bu sade Sivrialan?da değil yöre Emlek
köylerinin büyük bir bölümünde durum farklı değildir.
ZİYARET YERLERİ :
Sivrialan Köyü toprakları içerisinde bir çok ziyaret yeri vardır. Bunlardan birisi
Beserek : Beserek Sivrialan Köyü kuzey sınırında yüksek bir tepenin düzlüğünde
yer almaktadır. Çevresinde eskiden sık ormanlar bulunurken bu gün tek tük ağaç
vardır. Ziyaret yerinin bulunduğu alanda kuru bir göl vardır Gölün hemen bitim
noktasında yaşlı bir çam ağacı bulunmaktadır. Asıl burada çam ağacının
kutsallığına inanılır. Ağaçtan bir dal kesen oğmaz denilir. Hatta bununla
ilgili geçmişte dal kesenlerle ilgili yakalandığı hastalıklar ve başına
gelenler konu edilir. O nedenle kimse buradan bir dal kesmeye yanaşmaz. Gölün
kutsiyet kazanan özelliği ise uyuz hayvanların iyileştirilmesidir. Uyuz hayvanlar buradaki gölde yıkanmaları
durumunda iyileştiğine inanılır. Yaz aylarında Sivrialan ve diğer çevre
köylerden insanlar toplanarak burada kurbanlar keser,eğlence düzenlerler. Ancak
bu gün için durum biraz daha önemsizleşmiştir. Bura ile ilgili anlatımların
başında Veysel Karani?nin adı sıkça telavuz edilir. Develerini kaybeden Veysel
Karani günlerce yol aldıktan sonra develerini burada bulur ve uyuz olan develerin iyileştiğini gören Veysel
Karani buraya şifa anlamında Bserek adını verir ve bura ondan sonra kutsiyet
kazanır. Diye anlatılanların başında bu efsane gelir.
Yine Beserekle Sivrialan Köyünün orta yerinde Kurban Pınarı denilen bir ziyaret yeri
vardır ki, burada adından da anlaşıldığı üzere kurbanların kesilip adakların
adanmış olduğu bir çeşme vardır. Günümüzde Beserek kadar önemli olmadığı
görülür.
Güldede?nin öyküsü konusunda çok şeyler anlatılır. Ancak yine de bu ziyaret yeri konusunda
kimse net bir bilgi veremez. Eskilerden edindiğim bir bilgide şunlar anlatılır.
Sivrialan Köyüne Cem törenine gelen dede bir fırtınalı günde köyden çıkarak Beyyurdu Köyüne ulaşmak ister. Fakat kara kış denilen
bir fırına yayladan yukarı tepeye kadar çıkan dedeye aman vermez. Dede bir
türlü Beyyurdu sırtına aşamaz ve orada donarak hakka yürür. Yaz ayında çobanlar
dedenin kemikleriyle karşılaşırlar ve oraya gömer ve buranın adını Güldede
ziyareti koyarlar. Çünkü uzun bir süre dededen haber alınamaz. Dedenin burada
öldüğü kesinlik kazanır. Çevre köylüler burasını kutsayarak kurban ve adak
ziyaretlerini yaparlar. Bu gün için buranın adından başka bir özelliği
bulunmamaktadır. Fakat ziyaret yerinin bulunduğu Sivrialan ve Beyyurdu
sınırındaki yüksek tepede kara taşlarla örülmüş bir gömüt bulunmaktadır.
Sivrialan Köyünde eski değirmen ve yunağın bulunduğu, daha başka bir söylemle Aşık
Veysel?in çocukluğunda beklediği bahçesinin kenarında yani karşı yamaç
mezarlığına çıkış yolundaki derenin dibinde bir çeşme bulunmaktadır. Bu çeşmede
daha çok dervişçilerin ziyaret yeri olarak anılan çeşmede benim çocukluğumda da
yani ellili, altmışlı yıllarda burasının kutsiyeti ve ziyaretçisi oldukça
yoğundu. Çünkü bura köyün hemen en yakın noktasında bulunur. Daha çok evlenecek
genç kızların dilek diledikleri ve gençlerin kızlarla buluştukları bir mekan
olarak önem arzeder. Bu çeşmenin başında lokmalar dağıtılır, dilekler dilenir,
eğlenceler düzenlenirdi. Ancak bu gün ne bu çeşme yerinde durmakta ne de eski
özelliğini taşımaktadır. Derede yapılan köprü ayağının dibinde kalmıştır. Ve bu
gün Sivrialanlı yaşlılar dışında buranın bir yatır olduğunu yeni nesil bilemez.
Çünkü bu kültür de yok olup gitmiştir.
Sonuç olarak söylemem gereken birkaç söz: İnsanları bir birlerine bağlayan geleneksel
kültürdür. Geleneksel kültürün yaşadığı yerde insanlık ve insani değerler ön
plandadır. Ancak gelenekçilik sadece yeterli midir? Elbette hayır. Ancak
gelenek özgür ve çağdaş kültür değerleriyle birlikte daha büyük bir anlam ifade
eder.
Bu gün Ankara?da yaşayan Sivrialanlıları bir araya getiren, onlara dernek
kurduran, yakın dost ve akrabalık ilişkilerini ayakta tutan şey arda kalan
gelenekselliktir. Bunun değerleri zedelemeden sürdürülmesi belki birkaç dönem
sürebilir. Şunu da söylemek gerekirse eski gelenek içinden gelen belirli bir
kuşağın hakka yürümesiyle bu durum ortadan kalkar. Ve birliktelik ve ilişkiler
yerini ister istemez kendisini küresel
ilişkiye bırakır.
Alevilik Bektaşilik, özgür, demokrat ve laik tutumuyla Türkiye?nin asıl mayasını
oluşturmuştur. Anadolu uygarlığının geçmişiyle de birleşen bu felsefe dünya
güzelliğinin ve insani değerlerinin ta kendisidir. 14. Yüz yılda ?yarin
yanağından gayrı her şey ortaktır? diyen bir felsefe, Ortaçağda Avrupa
devletleri karanlıklarda yüzerken Anadolu özgürlüğünü yaşamaktaydı. Bu gün
Avrupa?nın bize yutturduğu batı kültürünün mayasında Alevi felsefesinin kendisi
vardır. Avrupa İnsan Hakları Beyannamesi
tümüyle Alevi felsefesinin özünden alınmıştır. Osmanlı?dan sonra Türkiye
Cumhuriyeti de Alevi felsefesinin mayasından ortaya çıkmıştır.
Asırlardır bu felsefe, inanç ve düşün sistemini ortadan kaldırmak için büyük çaba gösteren
sistem ne yazık ki bunu bir bakıma başarabilmiştir. Osmanlının baskısıyla yok
edilemeyen bu inanç ve kültür ne yazık ki cumhuriyetle daha çok yara almıştır.
Özellikle 12 Eylül 1980 tarihinden sonra devletin yürüttüğü sistemli
asimilasyon politikası Aleviliğin yok olması yönünden oldukça başarılı
olmuştur.
İşte Sivrialan Köyü?nü de içerisine alan Emlek yöresi bunun en büyük kanıtıdır.
Başka bölgelerden tek farkı Sünnileşmemiş ancak özünden oldukça uzaklaşmıştır.
Bir on sene sonra adından başka özellik taşımayan Emlek Aleviliği tümüyle
tükenecektir. Bunu devletten çok kendimiz yapmaktayız. Kendi insanlarımız
Aleviliğin evrensel değerlerini yaşatmayı bırak küçümsemeyi, aşağılamayı
marifet saymaktadır. Peki biz hangi değerlere sahip çıkıp, bu gidişle nereye
varacağız? Bunu sorgulamak gerekmektedir.
Sünni sol aydınlarımız kendi geleneksel değerlerini yaşarken, Alevi gençlerimizin
değerlerine sahiplenmelerini ?şovenizm? diye nitelemektedirler. Oysa tüm sol
değerlerin tamamının bu inanç ve kültür içerisinde olduğunu bizim insanlarımız
da kavrayamamaktadır.
Binlerce yıldır atalarımızın bu inanç ve kültür değerlerini kolayca harcamaya hiç
birimizin hakkı olmamalıdır. Bu değerin yaşaması sözle olmadığı gibi salt vakıf
ve dernekçilikle de olmaz. Hatta aydın ve yazarların eserlerini okumakla da
olmaz. Her şeyin orjini kendisidir. O nedenle de Aleviliğin orjini Cemdir.
Dedelik, Musahipliktir,düşkünlüktür. Bütün bunlar ilk bakışta ürkütücü
gelebilir. Ancak yaşamadan bu değerlerle tanışmadan, Aleviliğin temel
değerlerini bilmeden Aleviliğin ne olduğu da bilinmez.
Aleviliğin özü insandır. İnsana yöneliktir. Alevilik
dünün aktarılmış kalıpları değildir. Yaşama ayak uyduran , koşullara göre
kendisini insanla birleştiren bir inançtır. Onu çağın günlük koşullarıyla
kaynaştırabiliyorsak sorun yoktur demektir. Alevilik çağdaş değerlerin hepsiyle
çakışır, çelişmez.
Bu anlamda insanlık bu değerleri tanımalı, bunu bilerek benimsemeli ya da ret
etmelidir. Alevi deyişleri o inanç ve kültürün kuranı Kerimidir. Saz için
söylenen telli kuran sözü boşuna
söylenmemiştir.