Akyazılı Sultan
AKYAZILI SULTAN
Kimi kaynaklar onu Horasan?dan gelen, Ahmet Yesevi?nin halifelerinden gösterirken, kimi kaynaklar da XVL yy. da yaşamış olduğunu yazarlar. Bilinen gerçek şudur ki, kendisi Hacı Bektaş Veli ardalarından oluşudur. Otman Baba?nın yol evladı olarak bilinir. Asıl adı İbrahim?dir. Akyazılı İbrahim diye söylenir. Otman Baba?nın hakka yürümesinin ardından onun yerine posta oturmuştur. Akyazılı Sultan?ın tekkesi hakkında Melikoff şu bilgileri veriyor ?Varna ?nın kuzeyinde, Alberia yakınındaki Batova ?da bu günkü Obroçişte ?de halen ziyaret edilen ve eski bir Bektaşi tekkesi olan Akyazılı Baba dergahı gibi, başkaları da vardır. Ziyaret ettiğim velinin mezarı üzerinde ve eski meydan evinin yanındaki yaşlı dut ağacının üstünde, henüz yeni erimiş mum kalıntıları vardı. Halen eski bir inanışın tanıkları olan kurdela ve bez parçaları bağlanmıştır?[1]
Akyazılı Tekkesi?nin şimdiki Bulgaristan toprakları içerisinde Varna?nın kuzeyinde Balçık yakınında bulunduğu bilinmektedir.
Evliya Çelebi?nin seyahatnamesine göre, Akyazılı İbrahim Baba, Ahmet Yesevi tarikatından olup, Hacı Bektaş ile birlikte Anadolu topraklarına ayak bastığını söyler. Bunu bazı olaylara bağlayarak bir de menkıbe anlatır. Zaten bu tür durumlarda menkıbeler olmadan Horasan Erenlerı hakkında bilgi edinmemiz olanaklı değildir. Bedri Noyan?da bir kopyasının bulunduğu Demir Baba Vilayetnamesi?ne dayanarak şu menkıbeye yer vermektedir. ?Hacı adlı bir dervişinin onu sırtında taşıdığı, Demir Baba ?nın bu hacının oğlu olup, sonradan Akyazılı Sultan ?ın postuna geçtiği anlatılmaktadır.?[2]
Alevi felsefesinin yedi ulu ozanlarından birisi olan Yemini?de ardası olduğu, Akyazılı Sultan ile ilgili tarihi bilgileri hiç bir menkıbeye dayanmadan şiirlerinde ne güzel anlatmaktadır.
Sekiz yüz seksen üç olunca hicret
Fena dünyadan ol şah itti rıhlet
Hüsam Şah idi ismiyle o sultan
Gani Baba der idi bazı insan
Nişandır kisveti Seb-al mesani
Anın yerine kutboldu çü Sani
Resulün hicretinden anla ahir
Dokuzyüz birinci de oldu zahir
Ki şimdi aleme ol kutb gelübdür
Adı Akyazılı sultan olubdur [3]
Yemi?nin şiirinden de anlaşıldığı gibi Evliya Çelebi?nin vermiş olduğu menkıbenamedeki bilgilerden daha farklı bir zamanda yaşıyor Akyazılı Sultan Baba. Yine Yemini?nin şiirinde ölümünün ardından on sekiz yıl sonra müritleri tarafından Otman Baba Sultan?ın postuna Akyazılı oturtuluyor. Yemini?nin bir hurufı olması ve bu felsefenin Bektaşiliğe çok yakın olması, zamanla da Bektaşiliğin içinde kendisini buluyor. Aleviliğin kolları olan bu tarikatlar 13. yy.da birçok kolda iken bu gün bu tarikatlar Bektaşilik içinde erimiştir.
Evliya Çelebi, Seyahatnamesi?nde Akyazılı?nın her ne kadar Horasan?dan gelerek Anadolu?ya yerleştiğini söylemiş olsa da onun yüz yaşın çok üstünde öldüğünü 2. Murat dönemine kadar yaşadığını (1421-1451) söylerken yine Akyazılı?nın Osmanlı Devleti?nin kuruluş sürecinde de fetihlere katıldığını anlatmaktadır.
Akyazılı Sultan hangi dönemde yaşamış olursa olsun, sonuçta eylemlerinde bir şey değişmiyor. Onun tekkesinin Bulgaristan sınırları içindeki Varna?nın kuzeyinde Hasköy?de bulunduğu bir gerçektir. Akyazılı bu bölgelerde salt Türk toplumuna ve Türkmenlere hizmet edip, onların hayırlarını kazanmış değildir. O?nun Hıristiyan ve başka dinlerden kimselerle de iyi ilişkiler içinde olduğu bilinen bir gerçektir.
Akyazılı Hıristiyanlarca da Aya Atanaş adıyla ziyaret edilmektedir.Hasluck türbe üzerindeki yarım ay yerine bir Bulgar papaz tarafından Haç takıldığını haber vermektedir.Bektaşiler,Akyazılı?yı dem dedikleri Rakıyı icat eden, yahut nasib alacak kişinin ahlakını anlamak için muhabbet dedikleri sazlı sohbet meclislerine bir mehenk olmak üzere, sokan kimse olarak kabul edilir.?[4]
Dergahla ilgili Bedri Noyan şunları yazıyor ?Burası oldukça harabedir. Fakat yine de görkemli, etkili bir havası var. Çatısı kalmamış, Dergahın düzgün kare şekilleri veren kalın demir parmaklı giriş kapısı var. Kapı yukarısındaki dikdörtgen şeklindeki kitabenin yeri oyuk olarak duruyor. Kitabe yerinde yok.
Meydanevi bölümü yedi köşelidir. Dört penceresi olan meydan evinin içerisi yirmi metre karedir.
Dergahın giriş kapısının karşısında geniş bir ocak ve üzerinde kubbe şeklinde davlumbaz bölümü ile bir minare beden şekil ve yüksekliğinde büyük bir bacası vardır. Ocağın iki yanında birer dolap yeri vardır; Aşevi gereçlerini koymak için kullanıldığı sanılıyor.? [5]
Eskiyerek harabe olmuş dergah binası konusunda yabancı yazar ve gezginler çok şey anlatmaktadırlar. Hatta bir Fransız yazar bu ünlü Türk dergahını l828?lerde gezerek burasını Rus ordularının ateşe vererek yaktığını acı bir dille anlatmaktadır.
Anadolu?da bulunan Bektaşi Alevi tekkelerini Osmanlı devlet zihniyeti acımasız bir şekilde yok ederken yabancıların kendi topraklarında kurulmuş bulunan Müslüman Türk tekkelerini yıkmaması beklenemezdi. Osmanlı devleti padişahı kendi eliyle insanlarına kıyım uygulamıştır. Koskocaman bir Türk tarihi hazinesine sahip Alevi Bektaşi kültürü de bu padişahlarca ateşe verilerek yakılmıştır. Söz konusu padişah 2. Mahmut?tur. Hiç bir ulusta görülmemiştir ki kendi tarihini, kendi geçmişini sırf inanç ve yaşam biçimlerinden dolayı ateşe versin, yakıp yıksın, bu yöneticilerce öğünerek hem kendi tarihimizi, hem ulusal benliğimizi inkar etmiş: hem de kendi özümüze ihanet etmiş olmuyor muyuz? Osmanlı devlet yapısını ve bu kıyımları, yangınları, yıkımları incelediğimizde bunların bizim için çok kötü örnekler olduğunu göreceğiz. Yabancılar işte bu yüzden Türkler?e barbar demektedir. Bunlara kızma, gönüllenme yerine biraz da tarihimizi tarafsızlık bilinci içerisinde inceleyip geçmişten ders almalıyız diyorum.