Hüseyin Gazi Derneği ve Vakfı
Hüseyin Gazi binse gelse atına İnan olmaz çarkı felek zatına
Hz. Ali Hacı Bektaş-ı Veli Atatürk
SEYYİT BATTAL GAZİ

Bu içerik 22 Mart 2017 00:00 tarihinde eklendi ve 13.984 kez gösterildi

Makaleler Anasayfa | Gülağ ÖZ | Ali YILDIRIM |

                                                   SEYYİT BATTAL GAZİ

 

                                                                                                                                               Gülağ Öz

 

            Anadolu’da savaşçı eren olarak tanınan Battal Gazi Seyit Hüseyin Gazi’nin oğludur. Battal Gazi'nin ismi babasının önüne geçerek destanlaştırıldı. Gerek Hüseyin Gazi, gerekse Battal Gazi’nin tarihsel yaşamıyla ilgili bilgiler hemen hemen yok denecek kadar azdır. Ancak araştırmacıların daha çok kullandıkları bilgiler Battalname adlı destana dayandırılmaktadır. Destandan çıkartılan bilgilere göre baba oğul Emeviler döneminde yaşadığı gösterilmektedir. Hüseyin Gazi ve Battal Gazi Seyyit olarak bilinir. Seyitlik İmam Hüseyin evlatlarına ve onun soyundan gelenlere verilen unvandır. Seyitler Emeviler döneminde hep asılmış, kesilmiş ve zehirlenerek öldürülmüşlerdir. Kaynakların anlatımına göre Hüseyin Gazi Malatya’da Emevi halifesinin emrinde yöneticilik yapmaktadır. Battal Gazi ve Hüseyin Gazi’nin hem Seyit hem de Emeviler 'de yönetici olma durumu gerçekle çelişmektedir.

            Bütün kaynakların birleştiği nokta Battal Gazi’nin ölüm ve doğum tarihlerinin belli olmadığı, kökeni hakkında yeterli bilginin olmadığı yönündedir. Ancak bilinen bilgilerin Battalname destanına dayandırıldığıdır. Her araştırmacı, her tarihçi kendi cephesinde bir Battal Gazi çıkartır. Tüm kaynaklar onun Hz. Muhammed’e, dolayısıyla Hz. Ali’ye dayandırıldığı yönünde birleşmektedir.

Hz. Resûlllah’in soyundan geldiğine ve silsilesinin Hz. Ali’ye ulaştığına ve bu nedenle ‘Seyyit’ ismini aldığına inanılır. Prof. Dr. Mükrimin Halil Yinanç’ın 1940’lı yıllarda Almanya’da bulduğu bir Neseb-nâme’de Battal Gâzi’nin soy kütüğünün Hz. Hüseyin’e ulaştığı görülmektedir. Babası­n Malatya emiri Hüseyin Gâzi olduğu ve 680 yılında annesi Saide esi Zeynep Hanım ve iki oğlunun kabirlerinin bulunduğu Ma­latya’da doğduğu kabul edilir. Battal Gâzi’nin Abdullah Ebül Hü- a Entaki isminde bir tarihi kişilik olup el-Battal (kahraman) : -tayip bir övünç unvanı olarak kendisine verilmiş bir ünvândır. Taberi gibi bazı tarihçilere göre ise asıl adı Amr ya da Umer olup Antakyalı veya Şamlıdır. Bazıları ise Emevîlerin azatlı kölesi olduğunu çalışkanlığı ve kahramanlığı sayesinde komutanlığa, hatta Misis şehri valiliğine kadar yükseldiğini kabul eder[1]

Hz. Hüseyin soyundan bir seyit olduğunu bütün kaynaklar yazmasına karşın, Seyitlerin hiçbir zaman ve dönemde Emeviler’in emrinde komutan ya da vali olmaları düşünülemez bile.

1071 yılına gelinceye kadar Anadolu’nun doğu sınırları Müslümanlarla Bizanslılar arasında sık sık el değiştiren bölgeler olagelmiştir. Özellikle Tarsus-Malatya doğrultusunda çizilecek hattın kuzey ve güneyi büyük ölçüde devamlı mücadele sahası olan bir bölge bölgedir[2]

Hüseyin Gazi ve oğlu Battal Gazi’nin yaşamları daha çok Battal Gazi destanından çıkartılmaktadır. Ve destanın kısa özeti şöyledir.

Hüseyin Gazi, bir av esnasında Rum beylerinden Mihriyayıl tarafından hile ile öldürülür. Cafer genç bir delikanlı iken babasının katillerini öldürür ve Serasker olur. Bundan sonra Kayser ordularıyla yapılan iki savaşta Cafer üstün başarılar gösterir ve Malatya beylerinin güvenini kazanır. Kayser, Ahmer komutasındaki bir. başka orduyu Malatya üzerine gönderir. Cafer, Ahmer'le yaptığı ferdi mücadeleyi kazanır. Bunun üzerine Ahmer, Müslüman olur. Kendisine Cafer tarafından «Ahmet» ismi verilir. Ahmet de Cafer' e «Battal» ismini               verir [3]

                        Efsaneye göre Seyit Battal Gazi, Abbasi Halifeleri Mutasım ve Vathig zamanında yaşamıştır. Fakat dünyaya geleceği, Hz. Muhammed’e ölümünden önce Cebrail tarafından haber verilmiştir.

            7. yy.ın sonundan, 10. yy.ın sonuna dek 300 yıl süren Bizans-Arap Savaşları bazı efsane ve destanların doğmasına neden olmuştur. Bunlardan en önemlisi Seyit Battal Gazi Destanı’dır.

Seyit Battal Gazi Destanı’nın Bizanslılarca uyarlanmış şekli “Digenis Akritas”destanıdır.[4]

            12. yüzyılda Danişmentliler Devleti’nin gazi hükümdarları da Haçlılar ve Bizanslılara karşı çetin mücadeleler verdikleri için, yaptıkları bu gazâlar halk arasında Emevî-Bizans ve Abbasî-Bizans savaşlarının devamı gibi gösterilmiş ve bu devirde geçen olaylar da Battal Gazi Destanı’na ilâve edilmiştir. Böylece, 12. ve 13. yüzyıllarda Danişmentliler Devleti bünyesinde nesir halinde yazıya geçen “Battalnâme” adındaki Türkçe destan bu şekilde meydana gelir.

                        Halk arasında “Battal Gazi Destanı” diye de anılan hikâyenin kahramanı “Battal Gazi” dir. Bu kişinin kahramanlıkları etrafında meydana gelen menkâbeler ilk defa Arapça “Zelhimme” adlı kitapta toplanır. Kitabın ilk bölümünde Seyyid Battal Gazi’nin kahramanlıkları, 8. yüzyılda Bizanslılar’la yaptığı savaşlar ve İstanbul’u kuşatan Emevî kumandanı Mesleme’nin silâh arkadaşı Sahsâh’ın başından geçen olaylar anlatılır. Bir destan kahramanı olması dolayısıyla, kitabın ikinci bölümünde, o devirde ve daha sonraki devirlerde cereyan eden birçok olay da Battal Gazi’ye mal edilir. Görüldüğü gibi destanın kahramanı Arap cengâveri olmasına rağmen, Türk halkı ona Anadolu gazilerine uygun bir unvan olmak üzere Battal Gazi adını verir.

            12. yüzyılda Dânişmendliler Devleti’nin gazi hükümdarları da Haçlılar ve Bizanslılar’a karşı çetin mücadeleler verdikleri için, yaptıkları bu gazâlar halk arasında Emevî-Bizans ve Abbasî-Bizans savaşlarının devamı gibi gösterilmiş ve bu devirde geçen olaylar da Battal Gazi Destanı’na ilâve edilmiştir. Böylece, 12. ve 13. yüzyıllarda Dânişmendliler Devleti bünyesinde nesir halinde yazıya geçen “Battalnâme” adındaki Türkçe destan bu şekilde meydana gelir.

                Seyyit adının Battal’la anılmasında önemli bir ipucu bulunmaktadır. Bu ipucu Battal Gazi’nin İmam Hüseyin soyundan olduğunun bir işaretidir. Seyitlik, bilindiği gibi Hz. Hüseyin’in so­yundan gelenler için kullanılan bir kelimedir. Seyitlik kurumu, Horasan’da tasavvuf okulu pirlerinin ortaya koydukları bir unvandır. Seyitler, dolayısıyla Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Hü­seyin soyundan gelenlerdir. Diğerlerinden ayırt edilmesi için başlarına bağladıkları seyitlik beratları vardır. Bu unvan ve yeşil sarık Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde de devam etmiştir, "Türkler Anadolu’ya geldiklerinde kurdukları tekkelerde dede pir) olarak görev yapan Hz. İmam Hüseyin soyundan dedeler Bu seyitler, tekkelerin sorumlusu, en büyüğü, halk tarafın­dan saygı, sevgi gören kimselerdir. Seyyit sülalesinden gelenler arasında dedeliği en iyi götürebilecek olan bilgili, yetenekli kişi bu göreve uygun görülürdü.

                Battal Gazi'yi anarken seyyitlikten başlamamız, bu efsanevî kişinin kimliğini net olarak ortaya koymaya yarayacak en iyi ipu­cudur. Battal Gazi adı gerek diğer Müslüman ülkelerde, gerek­se Anadolu’da sıkça bilinen bir isimdir. Battal Gazi adını bilme­yen Türk insanına rastlamamak olası değildir. Battal Gazi'nin ta­rihi kişiliği, efsane ve destanlara dayandırılmaktadır. Ancak onun efsanevî kişiliğinden yola çıkarak tarihsel ipuçları elde et­mekteyiz. Battal Gazi adı Emeviler'e kadar dayandırılmaktadır. 700’lü yıllarda yaşamış bir Arap komutan olarak anlatır bazı kaynaklar.

                Oysa Battal Gazi adı, ülkemizin çoğu yerinde özdeşleşmiş­tir. Örneğin, Malatya’da, Eskişehir’de, Kayseri’de vb. yerlerde birçok türbesi ve bazı yerlerde makamları bulunmaktadır.

                Battal Gazi’nin doğum yeri olarak Antakya gösterilmektedir. Kimi kaynaklar ise Şam diye yazmaktadır. Asıl adının Abdullah olduğu, bazen da Cafer olarak bilinmektedir. Battal adı, yiğitlik, kahramanlıkla anılmak amacıyla söylenegelmiştir.

Battal Gazi destanları onu her ne kadar uzaklara, Arap illerine taşımış olsa da, Battal Gazi’nin gerçeği Anadolu’da saklıdır. Malatya doğumludur.

                Selçuklular döneminde yaşadığı net değildir. Onun Bizanslılarla savaşları göz önüne alınırsa, Anadolu’yu yurt edinen Türker'in Anadolu'ya yerleşim zamanlarında büyük yararlılıklar göstermiştir. Kayseri gibi büyük Rum yerleşim merkezi olan bu kentte azımsanmayacak başarıları vardır. Kayseri kalesinin kuşatılması Battal I Gazi- nin yiğit savaşçılarıyla birlikte yürüttükleri bir savaştır.

                Aaaddin Keykubat döneminde yaşadığı bazı menkıbelerde rastlanmaktadır. Anlatılanlara göre bir yargı sağlayacak olursak,  Alaaddin Keykubat dönemlerinin sınır komutanlarından birisi olarak karşımıza çıkışıdır. Anadolu’ya yerleşim sırasında ya da daha önceki dönemlerde Bizanslarla çeşitli savaşlar yapmış ve adını duyurmuş, hatta yiğitliğinin yanında bilim adamlığı, dedeliği de göz önüne alınırsa, Sultanlarla da görüştüğü, en son Eskişehir Seyitgazi’ye yerleştiği, burada bilimsel çalışmalar yürüttüğü büyük bir ihtimaldir.

                Battal Gazi'yle ilgili Selçuklu dönemine ait bir menkıbe özet olarak şöyle anlatılıyor: “Sultan Alaaddin Keykubat’ın annesi Ümmihan Hatun bir gün bir rüya görür. Rüyada tasvir gibi gü­zel, Hamza gibi kuvvetli, Ali gibi heybetli bir yiğit, Ümmühan Hatun’a der ki; Ey Hatun, ben ol Ali Resul’um. Diyar-ı Rum’u al­dım. Kah karada kah denizde doksan yıl gazilik ettim. Sonunda Mesihiye kalesinde şehit oldum. Gel beni ziyaret et, üzerime bir türbe yap. Ümmühan Hatun, rüyasını oğluna anlattı. Alaaddin Keykubat haznedarlarına emirler verdi. Ne gerekliyse Sultan Ümmühan Hatun Mesihiye kalesine vardı. Bey, Ana Sultan’ı karşılamaya varınca Ümmühan Sultan, bu kale civarında hiç ziyaretgah var mı? diye sordu. Bey bilemedi. Sultan, yine rüyasın­da aynı şeyleri gördü. Rüyasında “0 gördü gün kişi benim, Seyyit Battal Gazi’yim, Ali Resul’um, türbemi sen yaptır. Bir mescit bir de tekke bünyad eyle, alimler ve dervişler getir, vakıf yap.” dedi. Ertesi gün Selçuk ülkesinde ne kadar usta varsa Konya’ya çağrıldı. Türbesi ve tekkesi istediği gibi yapıldı.”[5]

“Anahtarlar kamilen gümüştendir. Bu kapıdan içeri girenin dehşete düşmemesi kabil değildi. Bu mehabetli uzun kabir olup, boyu tam on adımdır. Dört çevresi çırağlar, buhurdan ve gülabdan ve şamdanlarla müzeyyendir.”[6]

               

                Yaşamı efsanelerle dolu olan Battal Gazi’nin yaşamında bu­lunmadığı ırk kalmamış gibidir. Onu bir kez Arap, bir kez Kürt, Pers ve sonunda da Türk yapmalarına karşın Anadolu’da bulunan eserleri kendisinin kim olduğunu göstermeye yetiyor zaten.

                Battal Gazi ile ilgili anlatılan efsanelerin başında “İstanbul'u kuşatan Arap ordularının başında geldiği, bu kuşatmaya katıldı­ğı yararlılıklar gösterdiği, yedi yıllık kuşatma tarihinde herkese örnek olduğu, esirlere davranışları, hastalara şifaları” anlatılır.

İstanbul'u kuşatan ordu Arap- Emevi ordusu olduğuna göre, Battal Gazi'nin adı ve unvanında bulunan seyyitlik mertebesi bu efsaneye ters düşmektedir.  Çünkü Emeviler hem Hz. Muhammed, Ali, Hüseyin, hem de Ehlibeyt düşmanıdır. Battal Gazi’nin, düşmanlarının ordusunda yiğitçe çarpışan bir kahraman olması hele hiç düşünülemez. O zaman Anadolu’daki eserleri ve seyitlik makamı tamamıyla uydurmadır. Buna katılmaksa gerçeğe tamamıyla ters düşmektedir. Kanımca Emevi saflarında birisi ol­ma olasılığı hiç yoktur. Battal Gazi, daha çok destan kahramanlarından başta gelen­lerden birisidir. Onunla ilgili eski destanlar ve günümüzde de adına yazılmış birçok destan vardır. Bununla birlikte Hacı Bektaş Velâyetnamesinde şöyle bir anlatım vardır.

“Hacı Bektaş, Seyyit Gazi’nin mezarını ziyarete niyet etti. Seyyit Gazi’nin mezarı, bir vakitler belersizdi. Sonradan Alaeddin’in anası, rüyasında gördü. Gördüğü yere büyük bir türbe yaptırdı, bu suretle mamur oldu. Hünkâr, yalnızca Suluca kara- höyük’ten yola çıktı. Yapılan türbenin, Seyyit Gazi’nin mezarı üstüne yapılıp yapılmadığı hakkında şüphe edenlerin, artık şüp­hesi kalmadı. Yolda bir köyde, muhiplerinden birinin evine kon­du. O muhip, erenlere teslim oldu. Erenler, onu traş ettiler, ku­şak kuşattılar. Giderlerken erenler şahı dedi, bunca nesneye ra­zı değiliz, bize kerem edip armağan verseniz. Hünkâr başından tacını, belinden kemerini, ayağından başparmaklarını çıkarıp verdi, armağanımız olsun buyurdu, yola revan oldu.

                Bacı iline varınca gene bir muhip, Hünkâr'a teslim oldu. Hünkâr, onu traş etti, taç giydirdi, derviş etti. O adamın, bir sü­rü koyunu, bir sürü de kuzusu vardı. Bütün halkı çağırdı. Bir sü­rü kuzuyu kurban etti. Hünkâr, bu kuzuların birkaçı yeter bize, ne diye hepsini boğazlıyorsun dediyse de o adam, erenler şahı dedi, kuzu da nedir, canım yoluna kurban olsun. Bu hareketi, erenlere hoş geldi, sen dedi, erlik ettin, aşkımıza bir sürü kuzu­yu kurban eyledin. Bundan yeğ şu biz de seni ziyana koymayız, o koyuncuları da meleye meleye bırakmayız. Emretti, o kaza­ların başlarını derilerini karıştırmadılar. Her pişip yenen kuzu­nun kemiğini, gene kendi derisinin içine koydular, başını, ayağı­nı da derinin içine bıraktılar, hepsini bir damın içine doldurdu­lar, kapıyı kapadılar. Hünkâr, kalkıp iki rik’at namaz kıldı, elleri­ni kaldırıp dua etti, ellerini yüzüne sürdü, emretti, damın kapı­sını açtılar. Tam o sırada koyun da gelmiş, sağılmıştı, emişecek yere gelmişti. Kapıyı açar açmaz gördüler ki kazalar, dirilmiş. Çı­kıp meleşerek koyunlara vardılar. Halk, bu kerameti görüp Hünkâr ın eline ayağına düştü. O dervişin adını da Kuzukıran koy­dular, soyuna Kuzukıranoğulları derler.

Hünkâr, Kuzukıran’la vedalaşıp yola revan oldu. Seyyit Ga­zi’ nın mezarına yaklaştı. Orda bir pınar vardı, adına (Ak) pınar derlerdi, bütün erenleri. Hünkârı karşıladılar, hoş geldin, kadem getirdin, gelişin kutlu olsun dediler. Mezar bekleyen zühir eren­leri de karşı çıktılar, merhabalaştılar, Hünkar’ı ağırladılar. Hünkâr, mezara gelince, orda olan erenlerin niyetini şöyle dir ki, Esselamüaleyküm suyum başı dedi. Seyyid’in kutlu me­zarından Aleykümüselam ilim, şehrim diye cevap geldi. Derken Hünkâr, kıyısı, ucu olmayan bir deniz oldu. Seyyid’in mezarı, o denizin içinde bir kabak gibi yüzmeye başladı. Sonra gene Hünkâr da, Seyyid’in mezarı da eski haline geldi.

Derken bu sefer Seyyid Gazi’nin mezarı, ucu bucağı görün­meyen bir deniz oldu, Hünkâr, o denizde bir gemi haline geldi, yüzdü, yürüdü. Biraz sonra Hünkâr yiğidin mezarı da gene ge­risin geriye eski haline döndü.

               

Hünkâr, Seyyid'in mezarının kapısında bir taşı ısırdı. O taş, hala orda durur. Bir müddet sonra Hünkâr, oradan kalkıp Sulucakarahöyük’e geldi, devletle karar etti. Fakat tacı, paşmakları, kemerleri, orda kaldı, hala da ordadır.[7]

            Velayetnamede Battal Gazi dergahıyla ilgili geniş bilgiler de bulunmaktadır. Bu konuda Ahmet yaşar Ocak şunları yazmaktadır. " Velayetname'nin  verdiği , Hacıbektaş bu tasavvufu hüvyetini yahut mensubiyetini doğrulayan ikinci önemli ipucu, onun Seyit Battal zaviyesi ile sıkı bağlantısıdır. belirtildiğine göre, Hacı Bektaş,Haydarisiıyle, Torlağıyla, Işığıyle bütün Kalenderi zümreleri gibi, Seyyit Battal Gazi'yi  Pir tanımakta ve her yıl Kurban Bayramının  müritleriyle birlikte onun zaviyesinde  kutlamaktadırler."[8]

            Öyle anlaşılıyor ki, kurbanbayramında Hacı Bektaş neden yol arkadaşı önderleriyle burada toplanıp kutlama yapmaktadır. Bunun neden şöyle olmalıdır ki, burada yapılan toplantılarda alınan kararlar tüm tekkelere ulaştırılmaktadır. Yoksa burada alınmış kararlar Anadolu'nun bir ucundan bir ucuna, dolayısıyla Balkanlara kadar aynı fikirler farklı yörelerde birliktelik sağlanamazdı.

 



[1]  Dr.Hayati Bice,   Piri Türkistasn Ahmet Yesevi,. S.123

[2]  ŞEKER Mehmet Prof.Dr.,Anadolu’nun Türk Vatanı Haline Gelmesi, Tükler Ansiklopedisi 6. Cilt. Sh.270, Ankara,2002

[3]   KÖKSAL Hasan Dr.,Battal namelerde Tip ve Motif Yapısı, Kültür Bakanlığı Yayını,1984 Ankara, sh.37

[4] http://www.edebiyatogretmeni.org/

[5] Nezihe Araz, Anadolu Evliyaları, s.50

[6] age.s.51

[7] Hacı Bektaş Velayetnamesi

[8] Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı İmparatorluğunda Marjinal Sufilik Kalenderilik, 206-207

YORUMLAR (0)
Ad Soyad * Güvenlik *
Diğer Makaleleri
Balkanlarda Bektaşilik

Gülağ ÖZ 10 Nisan 2017 01:01

Balkanlarda Bektaşilik

Balkan coğrafyası Osmanlı açısından nasıl önemliyse bugüne baktığımızda Alevi Bektaşilik açısından önemi ve etkisi görülmektedir.

Ahmet YESEVİ ve Türkistan

Gülağ ÖZ 07 Ocak 2017 01:01

Ahmet YESEVİ ve Türkistan

Asırlardır dünyamızı aydınlatan,insanımızın usundan çıkmayan Ahmet Yesevi; bugün Anadolu Türkünün içinde yaşayan bir bilge kişidir.

Alevi Katliamlarında Bir Padişah (4.Murat)

Gülağ ÖZ 05 Ocak 2017 00:00

Alevi Katliamlarında Bir Padişah (4.Murat)

DÜŞKÜNLÜK

Gülağ ÖZ 28 Mart 2012 00:00

DÜŞKÜNLÜK

ALEVİ AYDINI OLMAK

Ali YILDIRIM 29 Şubat 2012 00:00

ALEVİ AYDINI OLMAK

SİVRİALAN KÖYÜNDE ALEVİLİK-BEKTAŞİLİK ZİYARET YERLERİ VE OCAKLAR

Gülağ ÖZ 25 Şubat 2012 00:00

SİVRİALAN KÖYÜNDE ALEVİLİK-BEKTAŞİLİK ZİYARET YERLERİ VE OCAKLAR

Büyükelçinin vaazı ve Diyanet’in Dedeleri

Ali YILDIRIM 10 Aralık 2011 00:00

Büyükelçinin vaazı ve Diyanet’in Dedeleri

Düğün değil bayram değil...

Ali YILDIRIM 10 Aralık 2011 00:00

Düğün değil bayram değil...

Alevilik nedir, Günümüz Aleviliğinin Evrensel Değerleri

Ali YILDIRIM 10 Aralık 2011 00:00

Alevilik nedir, Günümüz Aleviliğinin Evrensel Değerleri

Sivas Katliamı : Alevilerin Kanayan Yarası

Ali YILDIRIM 10 Aralık 2011 00:00

Sivas Katliamı : Alevilerin Kanayan Yarası