ALEVİ AYDINI OLMAK...!
Aydın tavrı asıl olarak resmi anlayışın red ve inkar politikaları üzerine kurulu olduğu düzlemlerde anlam kazanır. Adı ile çağırılma red edilirken, kendisi olmanın önüne engeller konulurken, bir varlık ve kimlik sorunu yaşanırken bu sürece itirazın adı aydın olmaktır. Kuşkusuz sistemin genel kabulleriyle “davalı olan” tavır daha başta sistemin “nimetlerinden” mahrum kalacaktır. Bu mahrum kalma yalnızca bir “ranttan” mahrum kalma değil onun çok ötesinde bir anlama gelir. Yani sistem resmi anlayışını bir tür savunma mekanizması geliştirerek gizli ya da açık -soruşturma, yargılama, hapis ve şiddet de dahil- her türlü hukuksuzluğu nimetlerinden mahrum bıraktığı aydın tavrına mübah görecektir.
Aydın tavrı adanmışlık demektir.
Aydın tavrı sistemin kanallarından beslenmeyi red demektir.
Aydın tavrı sistemin tüm madalya ve kariyerlerine sırt dönmek demektir.
Türkiye’de Aleviliğin kendine özgü, bağımsız bir inanç ve kültür varlığı olduğu gerçeğinin sistemin yüzlerce yıllık geleneğine uygun olarak reddedildiği tartışma götürmez. Sistem anti laik bir yapılanma ile kendisine bir dini/mezhebi resmi din olarak seçerken bunun dışındaki tüm inanç ve kültürleri adeta bir “sorun olarak” görmektedir. Bazı hukuki yükümlülüklerden de kaynaklı olarak bir ölçüde de olsa Hıristiyanlık, Musevilik bir varlık olarak kabul edilip tanınırken Alevi varlığı için bu ölçüde dahi bir kabule yanaşılmamaktadır. Alevilere sunulan tek seçenek Alevi kimliğinden vazgeçmeleri, aslında kendilerinin de resmi anlayışa uygun olarak Sünni/Müslüman olduğunu kabul etmeleridir.
Bu “kendini inkar et, kendin olmaktan vazgeç, bana benze” dayatmasının hukukun evrensel ilkelerine, insan haklarına ve dahası insani değerlere tümüyle aykırı olduğu ortada değil midir?
İşte bu noktada resmi anlayış tarafından yok sayılan ve giderek de asimile edilmeye çalışılan Aleviliğe ilişkin olarak bir aydın tavrının gerekliliği ve zorunluluğu kendini göstermektedir.
Türkiye’de Alevi sorunu konusunda bir bütün olarak bir aydın tavır ve duyarlılığından söz etmek mümkün müdür?
Bu sorunun yanıtı maalesef olumsuzdur.
Hatta tersine Türkiye’de aydın olarak nitelenen yazar, sanatçı, bilim adamı çevresi sözkonusu olan Alevilik olunca resmi anlayışın tezlerini bir bir tekrar etmekte hiçbir sakınca görmemektedirler. Yani;
TÜRKİYE’DE AYDIN ALEVİLİĞE İHANET İÇERİSİNDEDİR!
Bu tutumun gerekçesi çok daha vahimdir. Şöyleki Alevilik bir din/mezhep olarak ele alınmakta ardından da din eşittir gericilik formülasyonuyla bir çırpıda Alevilik de gericilik hanesine yazılmaktadır. Hatta bir adım daha atılarak bu konuda resmi anlayışı sorgulayan tutumlara şüpheyle yaklaşılmakta, bunun bir mezhepçi-gerici tavır olduğu ilan edilmektedir.Resmi anlayışın sözcülüğüne soyunularak aydın olunamayacağı çok yalın bir gerçektir. Ama bu tutumdaki cehalet ve bilgisizlik de hayret uyandırıcıdır. Alevliğin tarihini, doğasını, sosyal rolünü, edebiyatını bir kenara koyarak onu bir gericilik olarak nitelemek resmi anlayış önünde kölece boyun eğmektir.
İçinde yaşadığı toplumun en temel sorunlarından biri konusuna sırtını dönenlere aydın demek vicdanları sızlatmaz mı?
Ne var ki Türkiye’de böyledir, aydın sistemle ne kadar barışıksa itibarı o kadar yüksektir. Ve sıradan insanların da bunu böyle yorumlaması/görmesi için sahte imajlar hep piyasadadır.
Bu sahte imajın parıltısına aldananların başında ise Aleviler gelmektedir.
ALEVİ SORUNUNA İHANET EDEN AYDINA YAKLAŞIMLARIYLA ALEVİLER DE PEK MAZUR GÖRÜLECEK BİR DURUMDA DEĞİLDİRLER!
Bu ne anlama gelmektedir?
Alevi sorunu konusunda her hangi bir tavrı, yazısı, makalesi, araştırması, kitabı ya da eylemliliği olmayan ve fakat piyasanın farklı gerekçelerle pohpohlayıp öne çıkardığı kimseler bilinç bulanıklığı içerisindeki Alevi çevrelerde itibar görmekte, el üstünde tutulmakta, toplantılara, panellere davet edilmekte, derneklerin, cemevlerinin baş köşelerine oturtulabilmektedir. O kişinin bilmem ne gazetesinde yazar, bilmem ne televizyonunda programcı ya da bilmem ne üniversitesinde hoca olmasının Alevi sorunu açısından ne önemi vardır?
Aleviler kendi aydınlarına, kendi değerlerine sahip çıkmadıkça, reklamlara aldandıkça yalnızca ve yalnızca aldanan olmaktan öteye geçemezler.
Alevilerin kurumsal ve kişisel olarak kendi dostlarını belirlemede kullanmaları gereken temel ön ölçütün “Alevi duyarlılığı” olması gerekmez mi? Aydın Alevi sorununa sırtını dönerek yine Alevi çevrelerde itibar görebiliyorsa tutumunu nasıl sorgulayacaktır. Bu anlamda aydının aydın gibi aydın olmasında demek ki Alevilere de eğitici bir görev düşmektedir.
ALEVİNİN AYDINI VAR MI?
İşin doğrusunu söylemek gerekirse bugün Alevilerin bir çok “okumuşu” bulunmasına karışın ciddi bir aydın birikiminden söz etmek ne yazık ki olanaklı değildir.
Birincisi Alevi kökenli aydınlar genel aydın katagorisinin bir parçası olarak Alevi sorunu konusunda özel bir duyarlılık ortaya koymamışlardır. Yani onların bu anlamda Alevi olmalarının pek de bir kıymeti harbiyesi bulunmamaktadır. Alevi kimliklerini, Alevi olduklarını gizlemek yoluna bile giden bu şahıslarda bir şahsiyet aramak beyhude olmalıdır.
Geçenlerde tanıştığım bir mühendisin kendisinin de alevi olduğunu söyledikten sonra “Alevilikten söz ederek mezhepçilik yapmıyor musunuz” demesi tipik bir örnektir. Bu sözün soldan ya da ilericilik adına söylenmiş olması ise daha da vahimdir.
İkincisi Alevi duyarlılığı gösteren aydınlar da Alevilik konusunda olmasa bile diğer konularda resmi anlayışın takipçisi konumlarıyla aydınlıklarını gölgelemişlerdir. Resmi ideolojiyi red etmeden, aşmadan, onun sınırları içerisinde gezinerek bir aydın tavrı kesinlikle ortaya konulamaz. Maalesef Alevilik adına konuşan, yazıp çizenlerin büyük bölümü hayret verecek bir biçimde resmi anlayışın sözcülüğüne soyunmuş durumdadırlar ki bu kafalardan özgür ve sağlıklı düşünceler çıkması pek tabi olarak beklenemez.
Diğer yandan İncil’de geçen “hiçbir peygamber kendi köyünde peygamberlik yapamaz” sözü Aleviler arasında da tam anlamıyla geçerli bir hükümdür. Yabancıya övgü, yabancının alkışlanması, kendi insanının yerilmesi Aleviler arsında da fazlasıyla görülen bir eğilimdir. Yüzyıllardır baskı altında tutulan bir toplumun kendine güvenmesi, bu güveni modern zamanlarda da edinmesi elbette kolay olmayacaktır.
Kuşkusuz bu olumsuz unsurun dışında Aleviliğin tarihsel mirasına ve duruşuna uygun olarak onu “Avukatsız bir toplum” olmaktan çıkaran bir Alevi aydın çizgisi de yok değildir. İnsanlığın ve ülkesinin temel sorunları konusunda duyarlı, “yuvasını kaybetmiş bir karıncanın” kaygısını duyan Alevi duyarlılığı kendi aydınını besleyecek çok gür bir damardır. Aydın geleneğinden beslenmeyi bildiği ve becerdiği ölçüde yolu açık ve aydınlık olacaktır.
Aleviler şunun farkına varmalıdırlar ki, kendi insanını, kendi aydınını önemseyip değerli bulmayan bir toplumu dışarıdan bir yabancının önemsemesi asla sözkonsu olamaz. Kendi değerlerine sahip çıkmayanların başkalarının bu değerlere sahip çıkması beklemesi beyhudedir.
Günümüzde Alevilerin Alevilik adına ortaya koyduğu temel talepler aslında hiç de özel bir aydın tavrını gerektirmeyen, yalnızca hukukun evrensel ilkeleri ve temel insan hakları bağlamında sözkonusu edilebilecek taleplerdir. Laiklik, demokrasi ve eşitlik istemek, ayrıcalık değil ayrımcılığın son bulmasını istemek için aydın olmaya gerek var mıdır? Ne yazık ki anti laik ve anti demokratik yapılanma o denli bir sistem oluşturmuştur ki bu basit, yalın, son derece masum istemler dahi özel bir duyarlılığı gerekli kılar hale gelmiştir. İşin acı tarafı bu istemlere gerçek ve samimi anlamda Aleviler dışında sahip çıkan bir tavır da bulunmamaktadır. Laiklik, demokrasi ve eşitlik sorunu herkesin sorunu olması gerekirken ihale yalnızca Alevilerin üzerinde kalmıştır.
Sözgelimi zorunlu din derslerinden -belki bir küçük azınlık dışında- tüm ailelerin çocukları muzdaripken bu hukuksuzluğa yalnızca ve yalnızca Aleviler karşı çıkıp seslerini yükseltmektedirler.
Olumsuzlukların tesbiti olumluluğa ulaşmak için gereklidir. Fakat yalnızca olumsuzluklar üzerine kurulu bir yaklaşım da ancak olumsuzluk üretebilir. Bu noktada Alevilerin gerek yaşadıkları sistemden kaynaklanan olumsuzluklar gerekse kendi örgütsüzlüklerinden kaynaklanan olumsuzluklar aşılabilir, ortadan kaldırılabilir niteliktedir. Alevilerin tarihsel mirasında bu enerji fazlasıyla vardır.
Hiçbir iktidar odağına bağlı olmayan, ufuk açıcı, örgütleyici, adanmış bir ruh haline sahip Alevi aydını kuşkusuz bin bir olumsuzluğu aşarak kendini varedecektir.
Aslına bakılırsa Alevi aydınının Alevi sorununun çözümü için attığı her adım yaşadığı toplumun tamamının iyiliği ve mutluluğu için atılmış bir adımdır. Bunun bilinmesi ve kavranılması işleri daha da kolay kılacaktır.
Bozatlı Hızır yardımcımız olsun!
Ali YILDIRIM