Kaygusuz Abdal
Bu içerik 10 Aralık 2011 00:00 tarihinde eklendi ve 13.001 kez okundu
KAYGUSUZ ABDAL
Alevi Bektaşi Edebiyatının önemli temel taşlarından birisi kuşkusuz Kaygusuz Abdal’dır. Belleklerde yaşayan şiirleri ile günümüze ışık tutan büyük mutasavvıf Kaygusuz Abdal’ın doğumu, yaşamı, ölümü gizlerle doludur. Büyük bir ozan, bir felsefe adamı olmasına karşın, onun yaşamındaki belirsizlik gün yüzüne tam olarak çıkartılamamıştır. Eldeki mevcut kaynaklar onun gerçek yaşamını aydınlatmaya yetmemektedir. Efsanelere dayandırılan yaşamı onu felsefesiyle uyum göstermekten çok uzaktır. Abdal Musa’nın yakın arkadaşı ve öğrencisi olduğu tartışma götürmez görünmektedir. Ama menkıbelerde anlatılanlara göre hareket edecek olursak, onun Alanya beyinin oğlu olduğu, asıl adının Gaybı olduğu ve bu Gaybı “18 yaşında iken tevabilerinden bir kısım kişilerle ava çıkar. Avlanırken bir tepe üzerinde Beğzade, bir ahu görür . 0 esnada ahu onun önüne çıkagelir. Gaybı Bey, onu görünce hemen tirkeşinden bir ok çıkartıp, kirişe kor, nişan alır ve oku atar. Kirişeden çıkan ok, ahunun sol koltuğunun altına saplanır, fakat ahu yıkılmaz, sıçrayıp kaçar. Gaybı Bey de ardına düşer. Ahu‘dan durmadan kan akar, Gaybı Bey de onun kaçışına bakar. Ciddi bir şekilde onun üzerine at sürer. Dağlar, vadiler nihayet bir sahaya inerler.
Yaralı ahu büyük bir asithane kapısından içeri girer. Gaybı da arkasından dergaha girer, dervişlere geyiği sorar. Meğer o sahradaki bu dergah, velayet erenlerinden Seyyit Abdal- Musa Sultan’a aitmiş. Abdal Musa, burada büyük bir asithane yaptırmış. Onun hizmetinde pek çok kişiler varmış. Yanına gelenler mutlak muhip ve müridi olarak kalırlarmış. Pek çok dervişi anmış, hepsi de Abdal Musa’ya layiki veçhile hizmet ederlermiş. İşte bu geyiğin ve Gaybi’nın getirdikleri dergah bu idi.
Gaybı, geyiği ve attığı oku arar iken, Abdal Musa kolunu yukarı kaldırdığında okun kendi koltuğunun altında saplı olduğunu Gaybı’ya gösterdi. Gaybı, bunu görünce şaşırdı. Meğer geyik suretinde görünen Abdal Musa’nın kendisiymiş. Gaybı kendine gelince hemen Abdal Musa’nın elini öpüp,ayağına baş koydu”[1]
Abdal Musa’nın kerametlerini gören Gaybı Baba sarayını bırakıp, dergahta hizmet vermeye başladı. Menkıbeler Kaygusuz Abdal’la ilgili bu bilgileri verir. Her ne kadar böyle bir olay yaşanmasa da, benzer birliktelikleri olduğu bir gerçektir. Abdal Musa’yı Kaygusuz Abdal hep pir bilmiştir. Şiirlerinde onu öncü olarak göstermektedir.
Abdal Musa, Kaygusuz ilişkileri her ne kadar menkıbelerdeki gibi oluşmamış olsa da Kaygusuz’un Abdal Musa okulunda yetiştiği, önceleri öğrenci, sonraları da öğretici bilgin düzeyine eriştiği bir gerçektir. Abdal Musa bölümünde anlatıldığı gibi, Tekke dergahı zamanla büyük bir külliye biçiminde vakıflaşmış, bu vakıfın büyük gelirleri ve imkanlarına göre de burada Anadolu’yu Türkleştirecek, Alevi kültürünün felsefesini yayacak öğreticiler yetiştirilmektedir.
Teke ili bugünkü küçük bir köy görüntüsünden çok uzak bir yerleşim yeridir. 13. yüzyılda Selçuklular döneminde, hatta Osmanlılar zamanında bile Teke önemli bir yerleşim yeri olduğu kadar büyük bir ticaret merkezi olarak varlığını sürdürmüştür. Abdal Musa’nın buraya dergahını ve vakfını kurduğunda Teke, Anadolu’nun zengin kentleri arasında bulunmaktadır.
Teke İli’nde Alanya Beyi’nin oğlu olarak gelip; Abdal Musa okulunda kendisini yetiştiren Kaygusuz, Türk tekke şiirinin öncülerindendir. Yaşamının bilgileri genellikle menkıbelere dayanmış olsa da onun yaşamında araştırmacıların bulguları doğrultusunda bazı bilgiler de bulunmaktadır. Kaygusuz’un 1397-98 tarihleri arasında doğduğunu söyleyen Yahya Muhtar Dağlı’nın ardından çeşitli araştırmacılar değişik tarihler vermektedir. Örneğin İlhan Başgöz, Kaygusuz’u XV. yüzyıl şairlerinden sayarken, Kaygusuz’un 15-16. yüzyılda yaşadığını ileri süren araştırmacılar da vardır. Biz bu yargılara katılmıyoruz. Kaygusuz, 13. yüzyılın son çeyreğinde belki de 14. yüzyıl başlarında yaşadığı akla daha uygun gelmektedir. Abdal Musa ile ilişkileri Kaygusuz’u aynı döneme götürmektedir. Belki de Kaygusuz, Abdal Musa’nın yaşlılık dönemlerinde bir delikanlı olarak yaşamaktadır.
Kaygusuz Abdal, Abdal Musa dergahında yetişip, piştikten sonra Abdal unvanını kazanarak Mısır taraflarına kadar gitmiştir. Uzun bir süre Mısır’da bulunduğunu ve mezarının orada olduğu, Kaygusuz adına Mısır’da bir türbesi olduğunu tarihi gerçekler yerine menkıbeyi bilgilere dayanarak öğrenmekteyiz. Oysa bazı araştırmacılar Kaygusuz’un mezarının Mısır’da değil de Abdal Musa türbesinin içinde gömülü olduğunu söylemektedirler. “Kaygusuz Abdal, bu Elmalı‘nın Teke köyünde Abdal Musa Türbesi’nde gömülüdür.”[2]
“Abdal Musa‘nın Türbesi‘nin giriş kapısnın üzerinde bulunan kitabede tekke içinde yatanların adlarını zikretmektedir. Sonradan konulduğu anlaşılan bu kitabede Abdal Musa’nın babası Hasan Gazi, annesi Ümmü Gülsüm. kız kardeşi Zeynep, Müridi Kaygusuz Abdal ve üç dervişin adları kayıtlıdır.”[3]diye bilgileri aktaran Abdurrahman Güzel, görü şlerini şöyle sürdürmektedir. “Abdal Musa Türbesi’ne yaptığımız muhtelif ziyaretlerde, türbenin iç kısmındaki kitabesiz mezarlardan birinin Kaygusuz Abdal’a ait olduğunu, halen türbenin halifesi olan Halil Zeybek’ten işittik. Buradaki türbenin Abdal Musa’ya aidiyeti hususu ise, Evliya Çelebi’ye kadar uzanır. Kaygusuz’a ait olduğuna dair bir kayıt yoktur.”[4]
Aynı eserde Abdurahman Güzel sonuç olarak şunları söylemektedir. “Asıl adı Alayi Gaybi (Alaaddin Gaybi) olan Kaygusuz Abdal, X1V. asır ortalarında Alaiye’de doğmuştur. Doğum tarihi 1341-42 ‘den eskiye gidemez. Babası bizim tahminimize göre Alaiye Beyi Hüsameddin Mahmut dedesi Alaaddin bin Yusuf tur. Alaiye beyleri Karamanogullarından inmektedir.”[5]
Kaygusuz Abdal’ın hangi tarihte doğduğu, onun kimin, hangi beyin oğlu olduğu yerine şiirlerinin içeriği, felsefesi, çağındaki yaşadığı kişilerle ilişkileri, Alevi felsefe ve edebiyatına yaptığı önemli katkılarıdır. 0 nedenle, menkıbevi yaşamı giz bize tarihsel anlamda doğru gelmiyor.
Kaygusuz Abdal, tam anlamıyla tasavvuf şairidir, tekke şairidir. Anadolu’da Alevi tekkelerinde felsefesini yalın bir dille, göçer halkın anlayabileceği bir tarzda vermiştir. Kaygusuz Abdal’ın ülkemizde birçok yazma eserleri gün yüzüne çıkmıştır. Manzum eserler yanında mensur eserleri mevcuttur. Budalaname, Kitab-ı Miglate, Vücütname ve Risale-i Kaygusuz Abdal yapıtlarının yazmaları vardır. Bu konuda en kapsamlı çalışmayı Prof. Dr. Abdurahman Güzel yapmıştır. Kaygusuz ‘un Mensur Eserleri ve Kaygusuz Abdal adlı iki çalışması Kaygusuz’la ilgili önemli bilgiler içermektedir. Araştırmacı, Kaygusuz’un manzum ve mensur eserleriyle ilgili şöyle bir sıralama yapmıştır. Manzur eserleri
a) Divan: İki yüze yakın şiirini içermektedir. Bu şiirlerinin bazıları aruzla yazılmıştır. Bu şiirlerinde Kaygusuz. Tanrıyla konuşmaktadır. Dünyanın geçici zevkleriyle uğraşanları alaycı bir tavırla anlatmaktadır.
b) Gülistan: Bu yapıtında vahdeti vücut felsefesi anlatılmaktadır.
c) Mesnevi Baba Kaygusuz 1, Il, 111 Bu eserinde mesnevilere yer verilmektedir. Bu mesnevilerde Kaygusuz’u lirizmin zirvesinde görürüz.
d) Gevhername: 71 beyitlik uzun bir mesnevidir. Hz. Muhammed’e övgü içermektedir.
e) Minbername: Nefsi bilmenin esas olduğu üzerine kurulan küçük mesnevisidir.
Mensur eserlerini de şu şekilde açıklamak gerekir.
a) Budalaname: Tasavvufi konuların en geniş anlatımı yer almaktadır.
b) Kitab-ı Miglate: Bu eserde bir dervişi dünya aleminde gezdirmektedir. İçinden geçen önemli olayları derviş aracılığıyla ve yalın bir dille vermektedir.
c) Vücutname: Bazı dini ve tasavvufi konular yanında insanın vücudunun ve uzuvlarının karşılaştırmalarını bir teşbihle verir. ManzumMensur şeklinde iki yapıtı vardır.
a) Dil-guşa: Tamamen tasavvuf ağırlıklıdır. Olay dervişe yüklenerek verilmektedir.
b) Sarayname: Alevi felsefesinin dört kapıdan ikincisi olan şeriat kapısının en çok işlendiği bir eserdir. Olay saraydan yola çıkarak yansır. Diğer bir eser de Risale-i Kaygusuz Abdal adlı bir tercüme eseridir. Abdurahman Güzel, bu eserin Kaygusuz’a ait olduğuna kanaat getirdiğini söylemektedir. Bu eserde tasavvufun vecdi, nefsin terbiyesini ve olgunlaşmasını vermektedir. Lirik ve didaktif bir tarzda anlatılmaktadır.
ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER
Hacca varan kişinin
Gönül yapmak işidir
Gönül Hakk’ın beytidir
Sakın sen emmareden
Sen özünü bil nesin
Hak sende sen kandesin
Hakk’ı bilmek dilersen
Geç ağ ile hareden
Dünya ahret demegil
Biliş ü yad demegil
Uzak savaşa düşme
Geç kuru sahhareden
Tıfıllayın dembedem
Dambu dumbu söyleme
Mansur’layın olursun
Bilmezsen Müdareden
İnsan nur-ı kadimdir
Hasta değil hekimdir
Sen dahi insan isen
Anla bu esrareden
Aşık olan bu yolda
Can ile baş oynadır
Sen dahi üşık isen
Bakma gel kenüreden
Sen insanı sorarsan
Hak’tan ayrı değildir
Sıfatı zat-ı mutlak
Hırkası çar pareden
Aklına akıl deme
Sözüne delil deme
Çünkü kurtaramazsın
Nefsini emmareden
Kaygusuz’un hüneri
Helva vü biryan yemek
Andan özge hüneri
Umma bu biçareden
KOYUN BİLE YETICEĞİZ
Koyun bile yeticeğiz
Sürmeğe de yarağ olur
Beşyüzünü satıcağız
Harçlanmağa gereğ olur
Berktir erenler barusu
Bine sayılır birisi
Ell’iki teke derisi
Papucuma yorağ olur
Bin batman olsa kazan
Ustager değil mi düzen
Hayranlık esince cana
Bengilik de gereğ olur
Doymaz isen yalvar Hakk’a
Nazar kıl bucağa yükle
Onsekiz talınca yuka
Tam gönlümce gevreğ olur
Kaygusuz Abdal bulunca
Gel otur pilav gelince
On tekne hamur halince
Bir onarı çöreğ olur
KAPLU KAPLU BAĞALAR
Kaplu kaplı bağalar
Kanatlanmış uçmağa
Kertenkele derilmiş
Diler Kırım geçmeğe
Kelebek ok yay almış
Ava şikara çıkmış
Tonuzları korkudur
Ayuları kaçmağa
Kazzaza balta koydum
Çervişin deremezem
Çuval çayırda gezer
Seğirdüben kaçmağa
Ergene’nin köprüsü
Susuzluktan bunalnuş
Edirne minaresi
Eğilmiş su içmeğe
Allahımın dağında
Üçbin balık kışlamış
Susuzluktan bunalmış
Kanlı ister göçmeğe
Leylek koduk doğurmuş
Ovada zurna çalar
Balık kavağa çıkmış
Söğüt dalın biçmeğe
Kelebek buğday ekmiş
Manisa ovasına
Sivrisinek derilmiş
Irgad olup biçmeğe
Bir sinek bir devenin
Çekmiş budun koparmış
Salınıban seğirdir
Bir yar ister koçmağa
Bir aksacık karınca
Kırk batman tuz yüklemiş
G~h yorgalar g~h seker
Şehre gider satmağa
Tonuz düğün eğlemiş
Ayuya kızın vermiş
Maymun sındı getirmiş
Kaftan gömlek biçmeğe
Deve hamama girmiş
Dana dellaklık eder
Susığırı natır olmuş
Nöbet ister çıkmağa
Kaygusuz’un sözleri
Hindistan’ın kozları
Bunca yalan söyledin
Girer misin uçmağa
YUMRU YUMRU SÖYLERİM
Yumru yumru söylerim
Her sözüm kelek gibi
Ben üvere gezirim
Sahrada leylek gibi
İşim kalp sözüm yalan
Ben değil adım filan
Bu halk insana derim
Sözümü gerçek gibi
Aşk kuşları derilse
Aşktan dane verilse
Usülüm toya benzer
Avazım ördek gibi
Terketmedim benliği
Bilmedim insanlığı
Süretim adem veli
Her huyum eşek gibi
Arifler sohbetinde
Marifet söyleseler
Ben de hemen düşünmem
Üretim köpek gibi
Gerçi Hakk’ın halkıyım
Marifetsiz aylakım
Arifler sohbetinden
Kaçarım ürkek gibi
Bu marifet ilminden
Haberim yok cahilim
Benden mana sorsalar
Sözlerim sürçek gibi
Aşıklar can içinde
Aşikür gördü Hakk’ı
İşitmenin manası
Olmıya görmek gibi
Miskin Sarayı kıydın
Kul oldun sen nefsinde
Senin hırs ü hevesin
Tuttu seni fak gibi
BİR KAZ ALDIM BEN KARIDAN
Bir kaz aldım ben kandan
Boynu da uzun borudan
Kırk abdal kanın kurutan
Kırk gün oldu kaynadırım kaynamaz
Sekizimiz odun çeker
Dokuzumuz ateş yakar
Kaz kaldırmış başın bakar
Kırk gün oldu kaynadırım kaynamaz
Kaza verdik birkaç akça
Eti kemiğinden pekçe
Ne kazan kaldı ne kepçe
Kırk gün oldu kaynadırım kaynamaz
Kaz değilmiş bu be azmış
Kırk yıl Kaf Dağını gezmiş
Kanadın kuyruğun düzmüş
Kırk gün oldu kaynadınm kaynamaz
Kazı koyduk bir ocağa
Uçtu gitti bir bucağa
Bu ne haldir hacı ağa
Kırk gün oldu kaynadırım kaynamaz
Kazımın kanadı selki
Dişi koyun emmiş tilki
Nuh Nebi’den kalmış belki
Kırk gün oldu kaynadırım kaynamaz
Kazımın kanadı san
Kemiği etinden iri
Sağlık ile satma karı
Kırk gün oldu kaynadırım kaynamaz
Kazımın kanadı ala
Var yürü git güle güle
Başımıza kalma bela
Kırk gün oldu kaynadınım kaynamaz
Suyuna biz salduk bulgur
Bulgur Allah deyü kalgır
Be yürenler bu ne haldir
Kırk gün oldu kaynadınm kaynamaz
Kaygusuz Abdal n’idelim
Ahd ile vefa güdelim
Kaldınp postu gidelim
Kırk gün oldu kaynadınm kaynamaz
YUCALARDAN YUCA GORDÜM
Yucalardan yuca gördüm
Erbabsın sen koca Tanrı
Alem okur kelam ile
Sen okursun hece Tanrı
Asi kullar yaratmışsın
Varsın şöyle dursun deyu
Anları koymuş orada
Sen çıkmışsın uca Tanrı
Kıldan köprü yaratmışsın
Gelsün kullar geçsin Deyu
Hele biz şöyle duralım
Yiğit isen geç a Tanrı
ADEMİ BALÇIKTAN YUĞURDUN YAPTIN
Ademi balçıktan yuğurdun yaptın
Yapıp da n’eylersin bundan sana ne
Halk ettin insanı cihana saldın
Salıp da neylersin bundan sana ne
Bakkal mısın terazuyu n’eylersin
İşin gücün yoktur gönül eğlersin
Kulun günahını tartıp n’eylersin
Geçiver suçundan bundan sana ne
Katran kazanını döküver gitsin
Mü’min olan kullar didara yetsin
Emreyle yılana tamuyu yutsun
Söndürsün tamuyu bundan sana ne
Kaygusuz Abdal’ım sözümüz budur
Her nerde çağırsam Hak onda hazır
Hep duzaha bastırrsın kim ne der
Yakma kullarını bundan sana ne
BEN BU DERDE DUŞELI BU SAKALI KIRKARIM
Ben bu derde düşeli bu sakalı kırkarım
Dost ila bilişeli bu sakalı kırkarım
Ben kırkarım o biter çimende bülbül öter
Usta berber der yeter bu sakalı kırkarım
Aşka olup mülüzım bilindi cümle razım
Gayrı sakal ne lazım bu sakalı kırkarım
Var mı bunda bir hatam gayri gönülden atam
Çok mu gelir bir tutam bu sakalı kırkarım
Ben gezerim yazıda kuvvetin var bazuda
Ne işim var kazıda bu sakalı kırkarım
Kaba sakal istemem hep kesilse gam yemem
Hiç kısa uzun demem bu sakalı kırkarım
Sakalımla kaşımı bıyığımla başımı
Hak onara işimi bu sakalı kırkarım
Kaygusuz Abdal menem fartu fartu bilenem
Bir tüyünü koymananı bu sakalı kırkarım
EKSİK AVRADIN KOTÜSÜ DİZİNİ DİKİP OTURUR
Eksik avradın kötüsü dizini dikip oturur
İşinin kolayın bulmaz yüzünü yıkıp oturur
Boğaza takmış akıkin aşına bulmaz kekiğin
Yeni donunun söküğün dizine takıp oturur
Ayağında meşin mesi kolunda gümüşün başı
Soyunmaya elbisesi taşraya bakıp oturur
Yata yata karnı şişer eşinin başında işer
Bitler kanatlanıp uçar sirkeye bakıp oturur
Çocukla oynar aşığı köpekler yutar bulaşığı
Karga da kapmış kaşığı havaya bakıp oturur
Başa bağlamış emiri rençberler sever demiri
Danalar yemiş hamırı tekneye bakıp oturur
Kaygusuz aydır atılmaz pazara çeksen satılmaz
Soyunup koyna yatılmaz bir manda çöküp oturur
BEYLERİMİZ ELVAN ELVAN ÜSTÜNE
Beylerimiz elvan elvan üstüne
Ağlar gelir şahım Abdal Musa’ya
Urum abdalları postun eğnine
Bağlar gelir şahım Abdal Musa’ya
Urum abdalları gelir dost deyi
Eğnimizde aba hırka post deyi
Hasteleri ‘gelir derman isteyi
Sağlar gelir şahım Abdal Müsa’ya
Hind’den bazerganlar gelir yayınır
Pişer lokmaları açlar doyunur
Bunda aşıkları gelir soyunıır
Etler gelir şahım Abdal Musa’ya
Meydanın dara durmuş gerçekler
Çalınır koç kurbanlara bıçaklar
Döğünür kudüm açılır sancaklar
Tuğlar gelir şahım Abdal Musa’ya
Her Matem ayında kanlar saçarlar
Uyandırıp Hak çerağın yakarlar
Demine Hü deyip gülbang çekerler
Nurlar gelir şahım Abdal Müsa’ya
İkrarıdır yiğidin yuları
Muannidi çeksen gelmez ileri
Akpınar’ın Yeşilgöl’ün suları
Çağlar gelir şahım Abdal Musa’ya
Ali’m almış Zülfikar’ı destine
Saha durmaz Yezidlerin kasdına
Tümen-tümen genç Ali’nin üstüne
Sırlar gelir şahım Abdal Musa’ya
Benim bir isteğim var Kerim’den
Münkir bilmez ev1iyanın sırtından
Kaygusuz’am ayrı düştüm pirimden
Ağlar gelir şahım Abdal Musa’ya
ALLAH TANRI YARADAN
Allah Tanrı Yaradan
Gel içegör cur’adan
Yar ile yar olagör
Çıksın ağyar aradan
Bekle gönül bostanın
Susığın girmesin
Key sakın uçurursun
Kandili minareden
Fil yükün karıncaya
Yükletme çekebilmez
La’l ü gevher kıymetin
Umma seng-i hareden
Hacca yardım der isen
Kanda vardın hacca sen
Kılavuzsuz kuş uçmaz
Bunca dağ ü dereden